Aşık Mehmed Efendi küçük yaşta ilim talebi yolunda, ana ocağı Afyonkarahisar’ı terk ederek İstanbul’a gelir ve bir müddet burada ilim tahsil eder. Daha sonra, asrın müceddidi Mevlâna Halid Hazretlerini (1780-1827) ziyaret etmek ve onun irfan meclisinde diz çökerek feyz almak hayaline kapılır. Zahiri ilimleri kafi miktarda tahsil ettikten sonra ruhundaki bu iştiyakla Mehmed’in Mısıra giden bir gemiye binerek yolu tutması kaçınılmazdır. Gemi Beyrut’a gelince Şam yolcuları inip kara yoluyla Şam’a geçerler.
Yol arkadaşları Şam’ın Ümmiye Camiinde namazdan sonra, “Mevlâna Halid’i ziyarete varalım”, derler. Küçük Mehmed’e ise, “Delikanlı, biz ehl-i tarikatız, sen okumak için kendine bir medrese bul”, deseler de, Mehmed, bütün zahiri ilimleri okuduğunu, kendisinin de maksadının Mevlâna Halid Hazretlerini ziyaret etmek olduğunu söyler. Onların, “Daha sen çok küçüksün, Şeyh Halid Hazretleri seni kabul etmez!”, demelerine rağmen, Küçük Mehmed kararından vazgeçmez ve mollalarla münakaşa eder. Sonunda tekkeye varırlar.
Mevlâna Halid Hazretleri bir keramet eseri olarak Küçük Mehmed’in geleceğini bilmektedir. Hizmetkârlarından birisi, kapıda İstanbul’dan bir grup ziyaretçi olduğunu söyler. Sonra bu ziyaretçiler Mevlâna Halid Hazretlerinin dergâhına girerler. Şeyhin elini öperken, sıra Küçük Mehmed’e gelir. Şeyh, “Gel bakalım, benim küçük Mehmed’im, sen hoş geldin” diyerek, hiç tanımadığı halde, Afyonkarahisar’ın ve Anadolu’nun bu Küçük Aşık’ını bağrına basar.
Mevlâna Halid, Küçük Âşık Mehmed’i yanına, hizmetine alır. Küçük Âşık yıllarca Mevlâna Halid Hazretlerine hizmet eder. Zaman zaman Mevlâna Halid, “Oğlum, Mehmed’im, senin memleketinde kimin var? Seni hiç arayan, soran yok, mektubun da gelmiyor” deyince, Küçük Âşık boynunu bükerek, “Allah’tan gayrı kimsem yok”, diye cevap verir ve gözleri yaşarır.
Bir gün Küçük Âşık’ın annesiyle babası diyar diyar dolaşarak evlâtlarını aramaya başlarlar. İstanbul, Mısır ve nihayet Bağdat, Şam yollarına kadar düşerler. Mevlâna Halid Hazretleri bir öğle vakti abdest almak ister. Küçük Âşık hemen leğen ve ibriği getirir. Mevlâna Halid eskiden sorduğu gibi yine sorar: “Yavrum Mehmed’im, senin memleketinde kimin var?” Küçük Âşık’ın yine gözleri dolarak, “Allah’tan başka kimsem yok”, diye cevap verir. İşte o zaman Mevlâna Halid Hazretleri avucunun içini açıp, Küçük Âşık Mehmed’in yüzüne karşı ayna gibi tutarak, “Bak bakalım, dikkat et, ne göreceksin?”, der. Küçük Âşık Mehmed, Mevlâna Halid Hazretlerinin avucunda annesiyle babasının resimlerini görür. Kıpkırmızı olarak, hiç sesi çıkmayan Küçük Âşık Mehmed’e, Mevlâna Halid, “Ey Mehmed, sen buraya annen ve babandan izinsiz ve habersiz geldin” diyerek, anne ve babasının yakınlara geldiklerini haber verir. Küçük Âşık yaşlı gözlerle, “Annem ve babam buraya gelip, beni şeyhimden ayırıp götürürler, sizin hasretinize dayanamam diye böyle yaptım”, der. Onlar böyle konuşurken kapı çalınır. Küçük Âşık’ın annesiyle babası içeri girer. Küçük Âşık Mevlâna Halid Hazretlerinin yanından ayrılıp da Afyonkarahisar’a gitmek istemez. Annesiyle babası Şeyhten izin alarak, evlâtlarını alıp götürmek istemektedir. Küçük Âşık ise bir türlü şeyhinden ayrılmak istemez, şeyhinin hasretine dayanamayacağını söyler. Bunun üzerine, Mevlâna Halid Hazretleri sırtından hırkasını çıkararak, Küçük Âşık Mehmed Efendiye giydirir ve, “Sen benim hasretime işte şimdi dayanırsın, benim cübbemi götürüyorsun. Artık Afyonkarahisar’a gideceksin, fakat buraya kadar geldiğine göre, hac farizasını eda et, öyle git!”, der.
Küçük Âşık Mehmed, hocasının hasretini gidermek için cübbesini giyip, ellerini öperek, hayır dualarını aldıktan sonra, anne babasıyla birlikte Hicaz’a gider ve sonra da Afyonkarahisar’a döner.
O artık Afyonkarahisar’da bugün kendi ismiyle söylenen Hacı Âşık Mescidinde dersler okutur ve bu arada Yunus Hoca ve Sandıklı Şeyhi Hasan Efendi gibi meşhur kimseleri yetiştirir. İlk defa dolapla kuyulardan su çekme usulünü getirir. Debbağ esnafını zaman zaman bir araya toplayarak Cehri denilen bitkiyle derinin daha iyi boyandığını onlara öğretir.
1848 yılında vefat eden Küçük Âşık Mehmed Efendi’nin kabrinin bulunduğu mezarlık, diğerleri gibi 1925-35 yılları arasında kaldırıldığı zaman, Hacı Âşık Mehmed Efendinin sadece mezar taşı getirilip, bugün adıyla anılan caminin yanına dikilir.
1940’larda yazıldığı tahmin edilen bir mektubunda Üstad Bediüzzaman şunları ifade etmektedir:
“Eski zamanda, on dört yaşında iken, icazet almanın alâmeti olan Üstad tarafından sarık sardırmak, bir cübbe bana giydirmek vaziyetine mâniler bulundu. Yaşımın küçüklüğüyle, memleketimizde büyük hocalara mahsus kisve giymek yakışmadığı… “O zamanda büyük âlimler, bana karşı üstadlık vaziyeti değil, ya rakip, veyahut teslimiyet derecesine girdikleri için, bana cübbe giydirecek ve üstadlık vaziyetini alacak kendilerine güvenenler bulunmadı. Ve evliyâyı azimeden dört-beş zatın vefat etmeleri cihetiyle, elli altı senedir icazetin zahir alâmeti olan cübbeyi giymek ve bir üstadın elini öpmek, üstadlığını kabul etmek hakkımı bu günlerde, yüz senelik bir mesafede Hazret-i Mevlâna Zülcenaheyn Halid Ziyaeddin kendi cübbesini, o cübbeye sarılan bir sarık ile pek garip bir tarzda bana giydirmek için gönderdiğine bazı emarelerle bana kanaat geldi. Ben de o mübarek ve yüz yaşında cübbeyi giyiyorum. Cenab-ı Hakka yüz binler şükrediyorum. (Bu mübarek emaneti Risale-i Nur talebelerinden ve ahiret hemşirelerimizden Asiye namında bir muhterem hanımın eliyle aldım…)”
1885 yılında Afyonkarahisar’da dünyaya gelen Asiye Mülazımoğlu’nun babası Küçük Âşık’ın torunu olan Mehmed Bahaeddin Efendi, annesi ise Zakire hanımdır. Âsiye Hanım dedesinden kendisine intikal eden bu cübbenin üzerine yıllarca titrer. İstiklâl Savaşı sıralarında, Yunan işgalinde, memleketlerini terk etmek zorunda kaldıkları günlerde bile onu yanından ayırmaz. Sandıklı, Isparta ve Akşehir’e gittiklerinde zarurî eşyaları ile birlikte bu cübbeyi de daima yanında taşır.
Asiye Hanımın kocası Tahir Bey, Kastamonu Hapishanesine müdür olarak tayin edildiği zaman, Mülazımoğlu ailesi de nihayet Kastamonu’ya gelip yerleşir. İşte bu günlerde, uzun yıllar dolaştırılan cübbe de orada asıl sahibini bulmuş olur. Babası Bahaeddin Efendiyle birlikte Bediüzzaman’a giden Asiye Hanım, Mevlânâ Halid’in emaneti olan bu asırlık yadigârı sahibine teslim eder. Cübbenin sahibi, “Asiye’nin duası kabul oldu”, diyerek uzun yılların iştiyakını, hasretini ifade etmiştir. Asiye Hanım’ın ismi ve hizmetleri Risale-i Nur’un lâhikalarında yer yer zikredilir. Mevlâna Halid Hazretlerinin bu cübbesi Bediüzzaman’ın yanında kalmıştır. Yıllar sonra; 1950 yılı sonbaharında Urfalı Vahdi Gayberi Emirdağ’da ziyarete geldiği zaman, Üstad bu mübarek cübbeyle birlikte bazı eşyalarını, Urfa’ya götürmesi için verir. Mevlâna Halid’in cübbesi bugün Urfa’da Abdülkadir Badilli tarafından muhafaza edilmektedir.
Kâhil Mahallesi’nde bulunan Hacı Aşık Mehmet Mescidi’nin ne zaman ve kimin tarafından inşa ettirildiği bilinmiyor. Fikri Yazıcıoğlu, Hacı Aşık Mehmet Efendi’nin, Nakşibendi Tarikati şeyhi Halid Efendi’den icazet aldıktan sonra Afyonkarahisar’a gelerek, “kendi ismiyle anılan Hacı Aşık Camisi’nde ders okutmaya başladığını”, nakletmektedir. Binanın tekke, medrese ve mescit olarak kullanıldığı da anlaşılmaktadır.