İstanbul – Fatih – Sümbül efendi türbesi avlusu
Kabirleri; Kocamustafapaşa Camii karşısında, Sümbül Efendi merhumun türbesi başucunda, açıktadır. Etrafı ve üstü zarif bir parmaklıkla çevrilidir.
Hazret-i Ali Efendimiz torunları, yani Hazret-i Hüseyin Efendimizin FATIMA ile SAKİNE adlı kızlarıdır. Başı dertte olanların, güçlükten bunalanların sığınağıdır. 10 Muharrem’de burası ziyaretçilerle dolar taşar.
Rivayete göre Hazret-i Hüseyin Efendimizin torunları olan Fatıma ile Sakine isimlerindeki iki kız Haçlı seferlerinin birinde Beyrut Vak’ası esnasında esir edilerek İstanbul’a getirilmiştir, ve yahut Yezid aleyhine nefret ve kini arttırmağa vesile olarak Bizans’a İstanbul’a Konstantin Pagonat’a cariye olarak gönderilmişlerdir.
Birbirinden güzel bu Peygamber torunları, bir rahibe okulu olan şimdiki Kocamustafa Paşa Camii’ne getirilerek hapsedilmişler ve kendilerine Hristiyan dinine girmeleri için hazırlanmaları bildirilmiştir, iki Sultan bu esirlikten de acı gelen teklife boyan eğmek, dinlerinden vazgeçip Hristiyan olmaktansa ölmeyi tercih etmişler ve İstanbul İmparatoru Pagonat’a: ‘’Ölürüz, ama dinimizden vazgeçmeyiz. Bizi dinimizden vazgeçirecek bir kuvvet de tanımıyoruz’’ demişler.
Böyle ulu-orta kendisine kafa tutabilecek kimselerin varolabileceğini hatırından bile geçirmeyen Konstantin , şaşkına dönmüş ve Peygamber Efendimizin torunlarına şöyle bir haber göndermiş: -Size kırk gün izin veriyorum. Hristiyan dinini kabul etmediğiniz takdirde hayatınıza son verilecektir.
Fatıma ile Sakine Sultanlar orada kırk günün geçmesini ve bu çileli günlerinin dolmasını bekleye dursunlar, Konstantin’in aynı yaşlarda bulunan kızı Katerina da, bir gün rahibe okulunda iki arab kızının esir bulunduklarını ve bunların yakın bir günde öldürüleceklerini duymuş.
Dinleri uğrunda, Allah yolunda ölümü göze alan bu mana sultanlarına karşı içinde büyük bir sevgi doğmuş. Hemen onları görmeye gelmiş. Bu iki güzel kızın ölümü beklemeleri onu babası ve dinine karşı zorlamış ve sultanlara sormuş:
—Sizi buralara kimler getirdi?
Bu soruyu öyle içten, öyle yumuşak söylemiş ki, bu iki sultan daha o an Kralın kızı Katerina’yı sevmişler. Ve bu kızdan kendilerine bir kötülük gelmeyeceğine inanmışlar. Katerina onları dinledikçe üzülmüş, kederlenmiş ve bu iki masum kızı dininden etmek isteyen babasına karşı bir nefret belirmiş. Bundan sonraki günlerde Katerina, Sultanların yanından ayrılmaz olur. Katerina sık sık kral olan babasına bu çok sevdiği kızları serbest bırakmalarını, Hristiyan yapmak fikrinden vazgeçmesini istemişse de kral reddetmiş:
— İmparatora karşı gelmek nedir, onlara bunu en kısa zamanda göstereceğim, dermiş.
Günler gelip geçiyor, Bir gün sarışın Katerina, Peygamber Efendimizin torunlarına:
—Sizler, Peygamber torunu olduğunuzu söylüyorsunuz. Ne malum? demiş.
Onlar da ayağa kalkmışlar ve mermere basmışlar, ayak izleri mermer üzerine çıkmış. Bu ayak izi hala kabirlerinin yanı başındadır. Kerametlerini görebilirsin.
Sarışın Katerina bundan sonra bu sultanları daha çok sevmiştir. Kendilerine bir zararı olmayan sadık dostu da onlara inanmış ve müslüman olmuştur. Adını sadık dost manasına gelen Sıdıka koymuşlar.
Günler geçmektedir. Kral da bu kızları Hristiyan yapıp oğluna almak istiyor. Düğün hazırlıkları yapa dursun, kırk birinci günü sultanlar erken kalkmışlar, güzelce abdest almışlar ve ikisi de sabah namazlarını eda edip yüce Allah’a ellerini açmışlar: ‘’Allah’ım Sen bizim ruhumuzu kabzeyle. Bizi yabancı ellerinde bırakma. Ölümüz onlardan olmasın. Sen büyüksün, bize yardım eyle diye dua etmişler. İmam Hüseyin Efendimizin muhterem kızları dualarını yaparken, Sarı Sıdıka da odasında yüce Allah’a ellerini açmış şöyle dua ediyor: ‘’Yüce Allahım! Çok sevdiğin iki din kardeşim günahsız yere öldürülecekler. Beni yalnız bırakma. Bana bu acıyı tattırma. Benim acımı onlarla al…»
Müddet sonunda yani kırk birinci günü ruhban okuluna giden saraya mensup adamlar, bu iki kızın birbirine sarılarak ruhlarını teslim ettiklerini ve de oraya nur indiğim görürler. İşte Kocamustafapa Camii’nin bahçesine defnedilen bu iki sultandır. Kralın kızı sarı Sıdıka da camiye giriş kapısının yanındadır. Bir müddet sonra kabirler kayboluyor. Büyük veli Sümbül Efendi, yerlerini belli ediyor ve vefatında: «Beni ayakuçlarına ve onların seviyesinden aşağıya gömünüz» diye vasiyet ediyor.
İkinci Sultan Mahmud gördüğü rüya üzerine etrafını ve üstünü zarif bir demir parmaklıkla çevirttirmiş, 1227- (1813) tarihli Yesarizade Mustafa izzet efendi talik yazısı ile şu kitabeyi yazmıştır:
Bu meşhed kim ziyaretgah-ı erbab-ı muhabbettir,
Gubar-ı anberini külh-i erbab-ı basirettir.
Kafes ya Hu tehîdir sanma etrafında bu çayın
Müşebbek aşiyan-i tütiyan-i bağ-ı Cennettir.
Veren feyz ü şeref bu gülsitan-i cennet-asaya,
İki gül gonca gühnihal-i gülzar-ı siyadettir.
Şehîd-i Kerbela Sultan Hüseyn’in duhteranmdan,
İki sultan-ı medfun olduğu bunda rivayettir.
Bu caye ihtirası Gazi Han Mahmud-ı Adli’nin,
Dem-i yümn ü tevfîkı saadettir, keramettir.
Bu cay-ı paki tezyin etmeden ol kutb-i devranın,
Murad-ı haneda-ı mefhar-i kevneyne hürmettir.
O hakan-ı keramet şan ü arif Şah-ı agahın,
Bu hizmette muvaffak olduğu bî rayb ü minnettir.
Ola şad sal mamür-u muammer taht-ı alide,
Vücüd-ı lazım-ül mevcudu Mevlaya emanettir. Sene 1227
Peygamber Efendimizin gözünün nuru olan bu iki sultan hakkında Süleymaniye Kütüphanesinde İstanbul’daki sahabeler hakkındaki kitabda şu satırlar vardır :
Kerremeynü’l-Mükerremeyn
Bihakk-ı Seyyidü’l-Kevneyn
Nür-ı ayneyn İmam Hüseyn
Şefaate ir gör bizi.
Kaynak ; İstanbul Evliyaları ve Fetih Şehidleri – Şevket Gürel , İstanbul’daki Tarihi Türbe ve Mescidleri İmar Vakfı , 1988