Çorum – Ulu Mezarlık’da Sahabe’den Maruf Yayan dede’nin yanında
Rufai Şeyhi – Bostancı hacı Ali Baba’nın halifesi
Hacı Mustafa Anaç Efendi, 1317/1901 yılında Çorum’un Çöplü mahallesinde dünyaya gelmiştir..Babasının adı Mehmet, annesi Asiye’dir. Çocukluğu, Sultan Abdülhamit Han’ın son dönemlerine rastlamıştır. Balkan Harbi sırasında memleketin içinde bulunduğu sıkıntıyı o da yaşamıştır. Birinci Dünya Savaşı’nda seferberliğin ilanından sonra yaşı küçük olmasına rağmen gösterişli boyu nedeniyle askere alınmıştır. Cephede ayağından kurşun yarası aldığı da anlatılır. Askerdeyken İstanbullu bir arkadaşıyla sıkı dostluk kurmuştur. Onun yaralandığı anda cephe gerisine götürüp tedavisiyle yakından ilgilenmiştir.
Bu dostluk, askerlikten sonra da devam eder. Bir ara arkadaşını ziyaret için İstanbul’a gider. Orada ailesinden büyük ilgi görür. Oğluna yardımlarının hatırına arkadaşının babası, bir otelinin işletme hakkını ona devreder. Mustafa Efendi, bir müddet bu işi yapar. O dönemde İstanbul’un ünlü Nakşibendi şeyhi Hacı Ali Haydar Efendiyle tanışır. Sık sık ziyaretlerine gider ve sohbetlerine katılır. O dönemde otel işinden iyi para kazandığı için babasını da İstanbul’a götürmek ister. Babası, bunu kabul etmeyerek oğlunun Çorum’a dönmesi konusunda ısrar eder.
Mustafa Efendi, memleketine dönmek zorunda kalır ama aklı, ilk tasavvuf zevkini tattığı Hacı Ali Haydar Efendi’dedir. Fırsat buldukça İstanbul’a gidip onu ziyaret edecektir. Mustafa Efendi Çorum’a dönünce babası, onu 1921 yılında Fatma Hanımla evlendirmiştir. Bu evlilikten Fatma adında bir kızı ve Halis Mithat adında bir oğlu dünyaya gelmiştir. Ancak tam hafız olan oğlu, henüz on altı yaşındayken vefat etmiştir.
Mustafa Efendi, Çorum’da bir süre çay ocağı çalıştırmıştır. Bir gün Ebubekir Baba, burada ziyaretine gelip onu dergaha davet etmiştir. İşi yanındaki yardımcısına bırakıp ardı sıra dergaha gitmişlerdir. Rıfai Tekkesi ile ilk irtibatı böyle başlamıştır. O, artık intisaplı bir kişidir. Verilen dersleri çekmekle meşguldür. Bir gün Bekir Baba, Cürün Mustafa Efendi’nin kapısını çalar. Karşısında Bekir Baba’yı görünce çok heyecanlanan Mustafa Efendi, şeyhini içeri davet eder. Bekir Baba, ona ne yaptığını sorar. O da ders çektiğini söyler. Hangi esmada olduğun sorduğunda dersi bitirip de “Biz severiz Cihar-Yar-ı Veliyi / Ebubekir, Ömer, Osman, Ali’yi” okuyorum deyince Bekir Baba, bu zatları görüp görmediğini sorar. O da henüz görmediğini söyleyince “İnşallah, bundan sonra görürsün.”der. Cürün Mustafa Efendi, şeyhinin duası himmetine o mübarekleri
sık sık gördüğünü anlatır.
Mustafa Efendi anlatıyor:
“Gençliğimde henüz bana görev verilmeden önce, bir arkadaşımla Yozgat’ın bir köyüne gittik. Arkadaşım, orada akşamleyin, ateş getirin de Efendi ağzına alsın, dedi. İçime bir korku düştü. Daha ateş burhanı için bana izin verilmemişti. Alsam ateş yakar, almasam Çorum’a varınca şeyhim, bize güvenmedin mi, derse diye düşünerek akşamı ettim. Yatsı namazından sonra zikre başladık. Allah Teala’ya öyle bir iltica ettim ki şeyhim Bekir Baba, manen mihraptan gelip zikir halkasına girdiler. Onları görünce ben rahatladım. Ateş, hu esması okunurken alınırdı. O zaman ateşi getirmediler. Zikir bitti, sohbete oturduk, önüme mangalı koydular. Önce ateşe parmağımı soktum, soğuk rüzgar geldi. Bu işaretten sonra elimle ateşi karıştırıp iri bir köz ateşi ağzıma
aldım. Çorum’a vardığında bunu üstadıma anlattım. Onu bizim himmetimizle yaptın diyerek uyardı.”
Mustafa Efendi, Bekir Baba’nın sağlığında hep hizmetinde bulundu. Onun vefatından sonra Bostancı Ali Baba’ya biat ederek Rıfai dergahında sebat etti. Bir akşam Şeyh Ali Efendi, yanında bir seyyah ile Mustafa Efendi’nin çalıştırdığı kahvehaneye geldi. Çay kahve içtikten sonra giderlerken Mustafa Efendi, kapıya kadar çıkıp onları yolcu etmek istedi. Ali Efendi, bize gidiyoruz, sen de gel deyince kahvehaneyi kapatıp arkalarından hızla yürüyerek onlara yetişti. Yanlarına bir Çorumlu daha katılmıştı. Ulucami’nin avlusundangeçip caddeye çıkacakları sırada seyyah zat, Mustafa Efendi’yi işaret ederek, şu gençten şeyhlik kokusu geliyor, diyerek Ali Baba’ya manevi bir işarette bulundu. Zira o seyyah, kemale ermiş bir zat idi.
Hacı Mustafa Efendi’nin hayatının büyük bir kısmı, otuz yıla yakını Şeyh Ali Efendi’nin hizmetinde geçti. Bostancı Ali Efendi, vefatından birkaç yıl önce onu halife tayin etmişti ama müritleri arasında ilan etmemişti. Vefatına yakın günlerde Hacı Mustafa Efendi’yi çağırarak birkaç müridini davet edilmesini istedi. Bunun üzerine yüze yakın mürit Ali Efendi’nin dergahında toplandı. Şeyh Efendi, dervişlerine hitaben, ömrünün sonuna yaklaştığını ifade ettikten sonra Hacı Mustafa Anaç Efendi’yi kendinden sonra halife tayin ettiğini açıkladı. Herkesin ona biat etmesini, ihtilafa düşmemelerini hatırlattı. Dervişlere ve Hacı Mustafa Efendi’ye nasihatlerde bulundu.
Bu toplantıdan kısa süre sonra Bostancı Ali Efendi vefat edince Rıfai tarikatının sorumluluğu, Hacı Mustafa Anaç Efendi’ye intikal etti. Hacı Mustafa Anaç, önce şehir içindeki dervişlerle diyaloğu sıklaştırdı. Dervişlerin evlerinde, köylerde ve kasabalarda bulunan müritlerin hanelerinde zikir halkaları oluşturdu. Sonra ilçeleri ve yakın illeri dolaştı. Oradakilerle irtibatı sıklaştırdı. Onlara hep şöyle derdi:” Derviş, tarikatta ancak üç şey ile yol alır: Hizmet, bağlılık, cömertlik. Bunlardan biri dahi olmazsa onun yolalması mümkün değildir.”
Hacı Mustafa Efendi, özellikle kandil gecelerinde mutlaka bir camide zikir yapmaya gayret ederdi. Orada ateş burhanı göstermek mümkün olmadığından şiş ve kılıç burhanını tercih ederdi. Hıdırlık camii, en çok zikir yaptırdığı mekanlardandı.
İhtilal dönemlerinde cemaat, tarikat ve kanaat önderleri hep gözaltına alınmışlardır. Bu bağlamda 1960 yılında gerçekleşen ihtilalde Hacı Mustafa Efendi de hapse atılmıştı. Orada müdürler, gardiyanlar ve mahkumlar, Şeyh Efendi’ye iyi davranıyorlardı. O da mahkumlara cezaevinin Hz. Yusuf (a.s.)’ın makamı olduğunu söylüyor ve burada ticaret yapamayacaklarını, aileleriyle görüşemeyeceklerini hatırlatarak “Vaktinizi boşa geçirmek yerine abdest alıp namaz kılın, bol bol ibadet yapıp sevap kazanın.”diyordu. Bu sözlerin etkisiyle cezaevinde namaz kılanlar çoğalınca yeni abdest alma yerleri ilave edilmiş. Cezaevinde gereksiz tartışmalar yerine huzur ortamı doğmuş.Bir müddet sonra Hacı Mustafa Efendi’nin suçsuz olduğu anlaşılıp tahliye haberi geldiğinde mahkumlar ve görevliler, onu gözyaşlarıyla uğurlamışlar.
Son Zamanları
Hacı Mustafa Efendi, seksen yaşını geçmişti. Ama hala irşat görevini sürdürüyordu. O şevk ve heyecanından hiçbir şey kaybetmemişti. Ulucami’de yaptırdığı zikirde aynı coşkuyu yaşıyordu. Artık hastalık belirtileri görülmeye başlamıştı. Müritleri arasında heyecan ve paniğe sebep olmamak için bir sohbetinde şöyle demişti:
“Çorum’da manevi zatlardan biri, bir gün dostlarını yanına toplamış. Bu gün sizi niçin topladım, biliyor musunuz, diye sormuş. Onlardan hayır cevabını aldıktan sonra, benim imanıma şahit olmanızı istiyorum. Çünkü ben, Allah’ın varlığına ve birliğine, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, öldükten sonra dirilmeye, ahiret gününe, hayır ve şerrin Allah’ın yaratmasıyla olduğuna inanıyorum. Bundan sonraki yaşantımda nefis ve şeytanın etkisine düşmemeyi Yüce Mevla’mdan niyaz ediyorum. Yarın ahirette Allah’ın huzurunda buna şahitlik etmenizi istiyorum. Sizleri bunun için çağırdım, demiş.” Aslında Şeyh Hacı Mustafa Anaç Efendi, bu olayı anlatırken müritlerinden de aynı şeyi istemişti. Zira vakti yaklaşıyordu.
1984 yılında amansız bir hastalığa yakalanmıştı. Istırabını dindirmek için sürekli olarak yüksek dozda ağrı kesiciler veriyordu. Müritleri, sevenleri akın akın ziyaretine geliyorlardı. Bir defasında ecelinin yaklaştığını müritlerine şöyle duyurmuştu:
“Bir gün dervişlerle sohbet ediyorduk. Bir ara içeriye Yusuf (a.s.)’ın girdiğini gördüm. Oysa gelen Azrail (a.s.) idi. Bize Yusuf (a.s.) güzelliğinde göründü. Heyecanlandım. Hayal mi görüyorum diye kendimi çimdikledim. Baktım canım acıdı.
-Efendim, herhalde emaneti almaya geldiniz, dedim. O da bana:
-Hayır, Mustafa Efendi, haber vermeye geldim. Daha vaktin var. Muharrem ayında geleceğim, dedi. Ama gününü söylemedi.”
Bu durumda Hacı Mustafa Efendi’nin birkaç aylık ömrünün kaldığı anlaşıldı. Muharrem ayında 1984 yılı Eylül’ünün son gününde evinde ism-i celal zikri yaparak ruhunu Allah’a teslim etmiştir. Cürün Hacı Mustafa Efendi’nin vefat haberi, kısa zamanda Çorum’da, köylerinde ve kasabalarında, Kırıkale, Amasya, Tokat, Vezirköprü, Karabük, Kayseri, Ankara, Nevşehir, Yozgat, İzmir, İstanbul gibi müritlerinin yoğun olarak yaşadığı illerde kulaktan kulağa ulaştı. Pazartesi günü cenaze namazı Ulucami’de kılınarak o muazzam cemaat eşliğinde Ulumezar’daki Rıfai şeyhlerinin yanına defnedildi. Allah, rahmet eylesin.