Kastamonu – inebolu yolu üzerindeki hacorta köyünde
Deli Eşref veya hacı olduktan sonra Hacı Eşref denen Eşref Özbenli (eski şöhreti ile ve mahallî ağızla Benlizâdeler veya Benlioğlu/ Benloğlu) H.1324/M 1906 yılında, Mustafa ve Nebiyye’den, Kastamonu’da doğmuştur. İlin Deveciler Mahalleli nüfusuna kayıtlı olup 7 nolu haneden çıkmaktadır. O, aslında varlıklı bir ailenin oğludur. Aile, eski İnebolu yolu üzerinde bulunan Hacorta Köyü’ndendir Babası Hacı Mustafa’nın 1912 Balkan Harbi’nde asker iken şehadeti üzerine kendisine şehid maaşı bağlanmış olup ağabeyi Tevfik bey tarafından vasîlik ve amcası Ahmed Benlioğlu, Hisarardı Mahallesi Muhtarı Hamdi Pehlivan ve eski Belediye Başkanlarından Şerafeddin Sabirin tarafından kendisine bakım ve hizmette bulunulmuştur. Bir ara Şerafeddin Sabirin de vasîsi olmuştur. Eşrefin amcası Hüseyin Rüşdü Özbenli de, 1959 yılında vaki ölümüne kadar onun vasiliğini yapmış, her türlü kahrını çekmiştir.
Eşref Özbenli’nin yaşı icabı nasıl bir eğitim gördüğüne dâir her hangi bir belge bulamamakla birlikte, sahih derecede namazlarını kılmasına; az ve öz konuştuğunda hikmetli konuşmalarına bakılırsa onun en azından bir mahalle mektebi eğitiminden geçmiş olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim kaynak kişilerden Enver Eroğlu’nun anlattıklarına göre, dedesi Hacı Mustafa’dan ders almış ve bir kere de dayağını yemiştir.
Eşrefin, babası tarafından kalan mirası, vasî vasıtasıyla kullanabilmiş olması keyfiyeti, onun aklî dengesinin doğuştan yerinde olmadığını göstermektedir ki yakın akrabasından bazılarının kendisi ile hiç ilgilenmediklerini söyleyenler de vardır.
Deli Eşref tavır ve hareketleri ile meczûb biri olarak tanınır; çocukluk alışkanlığı olacak ki çarşı ve sokaklarda dilenirdi; ancak onun bu hali kesinlikle maddeye hırsından kaynaklanmıyordu. Çok az konuşur, sabır kelimesini sıkça söylerdi. Herkesin verdiği parayı almaz ve herkesten de para istemezdi. Bilhassa buluntu paraları kabul etmez; ayyaş, kumarbaz gibi kişilerle, kazancında helallik görmediklerinin paralarını, verseler de almazdı. Topladığı bu paraları kimsesiz fakir kişilere, öksüz ve yetimlere, muhtaç okul öğrencilerine, çeyiz hazırlığı yapan fakir kızlara; kırlarda ve köy yollarında bakımsızlıktan kullanılmaz hale gelmiş suların tamiri gibi hayır işlerine sarfederdi.
Eşrefin yanında üç adet para kesesi bulunurdu. Rastladıklarından “Kuruş ver”, “Kuruş, kuruş…” diyerek para ister; zamanında oldukça değerli olan tırtıllı veya ortası delik kuruşu alır; meselâ biri 25 kuruşluk verse 24 kuruşu sayarak iade ederdi. O, aslâ mücerred bir para dilencisi olmamıştır. Keselerden biri günde bir, bazen günde iki kere dolar: diğeri iki veya üç haftada hatta ayda bir dolar; üçüncüsü ise aylar sonra ancak dolmuş olurdu. Aldığı paraları, manevi bir ilhamla, ilgili keselere koymasını gayet iyi bilirdi ki bunun keyfiyeti, verilen paraların helal ve temiz olmaları ve onların temizlik derecelerine uygun keselere konmasıyla daha çok zarurî ve cevaplı işlere sarfedilmeleri bakımından âdeta bir ölçü olurdu.
Okulların açılmasıyla Eşref, şehirdeki ve bazı köylerdeki ilkokullara giderek muhtaç öğrencileri tesbit eder ve kimi okula 50 pabuç, kimi okula 40-50 önlük, kimine defter, kitap ve benzeri zaruri ihtiyaçları götürerek öğrencilere dağıtırdı. Bunları aldığı esnafa peşinen borçlanır, hesaplar açtırır ve topladıklarını kesesi doldukça o dükkânlara götürüp boşaltır, sayılanı hesaptan düşürterek peyderpey borçlarını kapatırdı. Onun bu halini bilen hiç bir esnaf itiraz etmez, hatta bizim de hayrımız dokunsun düşüncesiyle aldıkları mallarda ikrâmda bulunurlardı. Yaptıklarına ilâveten topladığı paralarla sokakta yaşlı, bakımsız bir fakir görse kadın olsun, erkek olsun hemen en yakın bakkaldan yiyecek bir şeyler alır hatta ihtiyaç durumuna göre giyecek malzemesi de alarak kendisine verirdi. Şehrin hangi mahallesinde olursa olsun yaşlılıktan dolayı evinden çıkamayan düşkünleri araştırır, ihtiyaçlarını alarak evlerine kadar götürürdü.
Deli Eşrefin, sahipleri marûf ve güvenilir kimseler olan bazı dükkânlarda emanet para kutuları da vardı. Meselâ Halıcı merhum İbrahim Selvi’nin, şehrin diğer güvenilir esnafının; daha sonraki yıllarda Kemal Pattabanoğlu’nun dükkânları böyle yerlerdendi. Oralara zaman zaman kesesini boşaltır, biriktirdiği paraları bütünletir, bir hayır için böylece stokta bulunurdu. Aniden gidip meselâ bana 10 lira ver, diyerek para istediği dükkân sahiplerinin, çekmecelerinde bulunan kutusunu açtıklarında tamamı tamamına 10 lira bozuk para bularak şaşkınlığa düştükleri çoktur. Eşref tarafından sayılması, hesabının yapılması mümkün olmayan bu halin izahı gerçekten zordur.
Deli Eşref, küfür bilmediği gibi küfürbazlardan uzak durur, onların verdiklerini almazdı. Çok gezer, gezdikleri yerlerde dâima âlim ve şeyh kişileri ziyaret eder, şayet fotoğraflarını eline geçirirse onları cebinde taşırdı. Şehirlerarası selâm getirenleri, önceden karşılayarak alır; selâmı getiren, unutup söylememişse hemen karşısına çıkarak “Hani benim emâneti niçin vermedin?” der, böylece muhatabını şaşkınlığa uğratırdı Bunun örnekleri oldukça fazladır.
Onun Kerâmet Sayılan Diğer Halleri
Yozgat Hakimliği’ne naklen tayin edilen Necip Ruşen Oktay, izinli olarak memleketi olan Kastamonu’ya geleceği günlerde biri, “Hacı Eşrefe selâm götür” der Kıymet vermediği için kendisine söylemeyi düşünmez, fakat şehre iner inmez Eşref yolunu keser ve “Hani, benim emâneti vermedin.” deyince şaşırır. Bu olaydan sonra hâkim, kendisine ayrı bir saygı hissi duymağa başlar. N.R.Oktay bu olayı zamanın müftü yardımcısı Kâmil Anbarcıoğlu’na anlatmıştır.
Çorum’da askerlik yapan Kastamonulu biri, şubede cam kırmış, camcıya gitmiş. Camcı, askerin Kastamonulu olduğunu öğrenince “Orada bir Hacı Eşref var, tanır mısın? O deli değil, velîdir, izne giderken bana uğra, sana bir paket vereceğim, selâmımı da götürürsün…” der. Çocuk Kastamonu’ya geldiğinde Eşref, ondan daha evvel davranarak babasını görür ve “Oğlun askerden gelmiş, emânetimi versin.” diyerek karşısındakini şaşkınlığa uğratır.
Bediüzzaman Said Nursî Kastamonu’da mecburî ikamettedir. Ziyaretine giden biri, köyden hediye olarak yoğurt götürmüştür. Onun hediye almak âdeti olmadığından yoğurdu getirene, “Ben aldım, kabul ettim. Hediyeyi alın ve giderken Eşrefe verin.” der Evden ayrılıp giderken yoğurt sahibi Eşrefi görür. Eşref kendisine “Benim yoğurdumu veriniz” diyerek kerametinin bir örneğini daha ortaya koyar.
İskilipli Osman Usta, Kastamonu Karayolları’nda operatör olarak çalışmaktadır. Sene 1969. Kırkçeşme Caddesi üzerinde yürürken Eşref yolunu keser ve 2,5 lira ver der. Arkasından “Senin işin olacak”, diye ilâve eder. Duyanlar, ne iş olduğunu sorduklarında Osman Usta “Yarın Ankara’ya ağır vasıflı ehliyeti imtihanına girmek için gideceğim.” der. Gerçekten Osman Usta ilk imtihanda kazanıyor ve ehliyetini alıyor, (Kaynak kişi Osman Usta’nın hemşehrisi olup birinci kaynaktan dinleyen Doç. Dr. Mücteba Uğur).
İl merkezinde, Karamehmed’in kahvesine Eşref gelir, selâm verir. Orada bulunan bir yabancı Eşrefin kim olduğunu sorar “Deli derler ama muhterem biridir.” diye cevaplarlar. konuşmalar çok sessiz bir şekilde cereyan eder. İlin en büyük birkaç kahvesinden biri olan ve o anda kahvenin başka bir köşesinde bulunan Eşref “Ben meczûb deliyim” diye söze karışır. (Kaynak kişi Mehmet Tufan Arslan)
1976’daki vefatıyla vasiyeti üzerine İnebolu yolu üzerinde Hacorta (Hoca Orta veya Hacı Orta) Köyünde bulunan Meşeli türbesine defnedilir.
Kaynak ; Tanıdığım Kastamonu Delileri İçinde Bir Veli: Deli Eşref / Abdülkerim ABDULKADİROĞLU