Ankara – altındağ – hallaç mahmud camii
Evliya Çelebi’ye göre Şeyh Hamidüddin Aksarayi‘nin şeyhi ve Hacı Bayram-ı Veli‘nin hocası olan bir sufidir.
“Duası kabul olunan, keramet nurlarının kaynağı, gizli yollara mazhar olan, hakiki sırların keşfedicisi, sağlam mü’min Şeyh Hazreti Er Sultan: Mübarek isimleri Mahmud’dur. Bu zat, Ankara’da doğmuştur. Şeyh Hamid Hazretlerinin şeyhlerindendir. Nice keşif ve kerametleri görülmüştür. Allah’a hamdolsun, ziyareti bana da nasib oldu. Rüyamıza girerek dünyada iken irşadlarından faydalandırdılar. Engürü içinde, Ağaçpazarı’nda küçük bir kubbede yatarlar. Türbesi herkes tarafından ziyaret edilir.
Yukarıdaki ifadeler Evliya Çelebi’ye ait olup, 1560 yılında Ankara’ya geldiğinde Er Sultan hazretlerinin türbesini ziyaret eder. Çelebi bu ziyareti gördüğü bir rüya üzerine yapar. Gördüğü bu rüyayı bizzat Evliya Çelebi’nin “Seyahatnamesi”nden okuyalım:
“Ben riyasız Evliya, Engürü’ye girdiğimiz gün doğruca Hacı Bayram-ı Veli’nin nurlu türbesine varıp ziyareti ile şereflendikten sonra bir hatm-i şerife başladım. Konağımıza gelip akşamdan sonra ibadetimizi yaparak dua ve istihare ile uykuya daldım. Rüyamda gördüm ki, orta boylu, sarı sakallı, bal rengi sof hırka giymiş, başındaki külah üzerine on iki dolama Muhammedi sarık sarmış bir zat gelip, bana şöyle hitap etti:
… “Bak oğlum! Layık mıdır ki, benim talebem olan Bayram-ı Velı’ye giderken beni basıp geçesin? Onu ziyaret edip bir hatm-i şerife başlıyorsun da bana bir Fatiha niçin okumuyorsun?” Ben hayret içinde:
– … “Sultanım! Cenab-ı şerifiniz kimdir? Ben sizi bilmem, nerde oturuyorsunuz?” dedim. Cevabında:
… “Sen uyanık iken Güreşçiler Tekkesi’nde ve Sultan Dördüncü Murat huzurunda pehlivanlara duacılık ederken, “Engürü’de Er Sultan yatar, Rum’da Sarı Saltık” demez mi idin? İşte, Engürü’deki Er Sultan benim. Kalealtı yakınında, Odunpazarı’nda bir kalın kubbe içinde kaldım. Gelip ziyaret edip, bir Fatiha ile memnun edesin. Dünyada ve ahirette istediğini elde edesin. Sabah namazından sonra sana bir adam göndereyim. Hemen bana benzer. Onunla elele verip bu şehir içinde yürüyerek bana gelip, ziyaret eyle.” “Esselamü aleyküm” deyip kayboldu. Hemen uykudan – uyandım. Temiz abdest alıp sabah namazı vaktini bekledim. Namazdan sonra Paşa’dan Enderun mehteri gelip, “Buyurun kahvaltıya” dedi. “Hayır oğlum, bugün oruçluyum” diyerek mehteri savdım.
Sonra baktım, akşam rüyamda gördüğüm kimse çıka geldi:
– “Evliya Çelebi siz misiniz. Buyurun, Er Dede Sultan rüyamda beni size gönderdi. Ziyaretine gidelim.” dedi.
Amma sözü sanki yeraltından geliyordu. Yüzü nurlu, sözü tesirli bir zat idi. Hemen feracemi giyip, Bismillah ile kapıdan dışarı çıktım. Yaya giderken ileride şehir içinde on bir yerde, evliyanın büyüklerini isim ve künyeleri ile tanıtıp ziyaret ettirdi. Bazısına, “Bizim çırağımızdır” der idi. Bazısına, “Azizim Hamid Efendinin halifesidir” derdi. Böylece, türbe türbe gezdik. Hemen elime yapıştı. Yokladım, elinde hiç kemik yoktu. Ne tarafa eğsem, hamur gibi eğiliyordu. Hemen elini elimden çekip sağ eliyle bir türbe gösterdi ve yine elimden tuttu. Sonra ahirete ait şeyler konuşarak, Odunpazarı denilen yere vardık. Meydanın batı tarafında küçük bir kubbe göründü. “İşte Er Sultan kubbesi şudur” diye sağ eliyle gösterdi. Ben o tarafa bakıp, sonra tekrar yanıma baktım. O kimse kaybolmuştu, “Bre meded! O’nun elini elimden bırakmasam gerekti. Bre meded! Halim neye varır?” diye, dört tarafa, seher vaktinde sersem sersem gezerdim: “Belki şu keçe kaplı küçük kapıdan girmiş ola.” diye hemen kapıdan içeri girdim. Meğer bozahane imiş. Birçok paşalı eşekcinin kimi çöğür, kimi tanbur çalıyorlar. Bir hayhuy ki, tarif olunamaz. Hemen biri:
– “Evliya Çelebi, gel bir bozacığımızı iç” dedi. “Hay bozahane ye girdiğimi gördüler!” diye utancımdan yerlere geçtim. Hemen dışarı çıkıp doğru Er Sultan kubbesine vardım. Kapısını açıp içeriye girerek:
– “Esselamü aleyküm azız pir!” diye ağlayarak eşiğine bu asi yüzümü sürdüm. Sonra:
-“Ey Sultanım! Rüyama girip: “Sana bir olgun yol gösterici gönderdim” dedin. Sözünde durup gönderdin. Henüz irşad olma dan aldın. Kapına yüz sürmeye gelip, ziyaret ettim. Habib-i Hüda aşkına, beni dünya ve ahirette boş koma. Allah ile ahdım olsun, mübarek ruhun için bir hatm-i şerif okuyacağım.” diyerek, hatm-i şerife başladım. Mübarek kabrinin sandukası olan yeşil sof ile örtülü örtüsünün altına girip, “Himaye ya Er Sultan, himaye!” dedim. O saat uyuya kaldım. Öyle terlemişim ki, ter elbiselerimden çıkıp sırılsıklam olmuşum. Önceden rüyamda gördüğüm gibi, Er Sultan şekliyle gelip selam verdi. Ben de “Aleyk” alıp:
– “Sultanım bana gönderdiğin adamı kaybedip, kapına gel dim. Beni eli boş çevirme!” dedim. Hemen söze başlayarak:
– “Hafız olduğundan ve velileri sevip onların mezarlarına yüz sürdüğün için mahrum kalmazsın. Biz sana olan sevgimizden rüyana girip sana adam göndeririz. Onun eline yapışıp bize gel dediğim sabahı, yine biz varıp eline yapıştık. Seni hak yoluna geti ren yol göstericinim, üzülme. Akibet, yolun Sırat-ı müstakim’dir. Amma sen de bu adamlarla gezerken doğru hareket et, fukara ve zayıflara merhamet üzere ol. Onları bunlardan kurtarmaya çalış. Paşana da söyle, benim himayemde Engürücükte kapanıp celali olmasın. Allah’ın kullarına zulmetmesin.
Sana Cenab-ı Hak dünya da tam seyahat, son nefesinde iman-ı kamil verip, Hazreti Peygamberin şefaatini nasip ede… Vücut sağlığı ile dünyayı gezip dolaştıkça, az yemek ye, az konuş, az uyu, ilim ile çok amel eyle.
Doğru yolu bulmak için lazım olan ameldir ki, Cenab…ı Hakk Kur’an…ı Kerim’inde “İleyhi yesadill kelimüt tayyib..” buyurmuştur. Bu nasihatlerimi tut. Ana baba hakkını ve bizi hayır duadan unutma. Pirlere riayet eyle. Allah işini rast getirip, sonun hayır ola …Bu niyete Fatiha-!” Buyurdular.
Ben Fatiha-ı şerifeyi okuyup mübarek elini öperken, türbe kapısından bir gürültü koptu, “Ya bu türbenin türbedarı yok mudur?” denilirken, ben Er Sultan’ın sanduka örtüsü altından çıktım. Kan ter içinde kalmışım.
Türbeye gelen ziyaretçiler:
-“Siz türbedarmısınız?” dediler.
-“Evet türbedarız” diye onlarla dahi ziyaret edip veda Fatiha’sını okuduk. Yine kapısını kapayıp, ağlayarak konağıma geldim. Rüyamı doğru paşaya söyledim. Paşa “Estağfurullah. Tübtü illallah tevbeten nasuhan” deyip bölükbaşılara, sekban ve sarıca askerlerine cephane ve tüfenkleri ve silahlarını getirmelerini emretti. istedikleri gelince de:
– “Engürü kalesine kapanıp, celali olmak bundan sonra haramdır.” deyip, askerler silah ve takımları alıp rahata erdi. Meğer Paşa da benim gördüğüm Er Sultan rüyasını görmüş! O da bana anlattı. Rüyalarımız birbirini tuttu. Meğer Paşa’nın zihninde Engürü’ye kapanıp celali olmak korkusu da varmış! Sonra her gün Er Sultan ve Hacı Bayram-ı Veli’yi ziyaret etmeyi üzerime borç bilip, başladığım hatm-i şerifleri de tamamladım.”
Evliya Çelebi’nin anlatımına göre Er Sultan hazretleri Hacı Bayram-ı Veli hazretlerinin hocasıdır. Hacı Bayram-ı Veli hazret lerinin mürşidi olan Şeyh Hamidüddin Aksarayi (Somuncu Baba) hazretlerinin de şeyhidir.
Ahmet Hamdi Tanpınar’da “Beş Şehir” isimli eserinde:
“Bir Türk şehrinden bahsedip de Evliya Çelebi’yi hatırlamamak kabil değildir. Cetlerimizden iki kişi vatan haritasını benimsemişlerdir. Bunlardan birincisi Mimar Sinan’dır. XVI. asır Türkiyesini onun eserlerinden bulmak daima mümkündür. İmparatorluğun bu dehadan payını almamış pek az büyük şehri vardır. O kadar ki Sinan denilince gözümün önünde son derece nisbetli yontulmuş bir mücevher dizisine benzeyen irili ufaklı binalar, ta Macaristan içerisinden başlayarak Akdeniz’e ve Basra Körfezine kadar iner. İkincisi başlı başına bir vatan aynası olan Evliya Çelebi’dir. Bu ayna bazen ufak ilavelerle, fakat daima asim büyük çizgilerine sadık kalarak, bütün XVII. asır Türkiyesini verir. Evliya Çelebi’nin Ankara’sı, muasırı olan yahut sonradan gelen seyyahlarınkine pek benzemez. Daha ziyade fantastik bir sergüzeştin etrafında toplanır. Ankara’ya gelen Evliya, vakıa bu şehri kalesi, hisarı, Paşa sarayı, serdarı, hususi kazanç kaynakları, bahçelerinin meyvası, mektep ve medrese, cami sayıları ve adet leriyle tasvir etmekten geri kalmaz, fakat asıl orkestrasyonunu bugün, yattığı yerin adı bile unutulan bir Türk evliyasında yapar… Verdiği izahlara göre, tasavvuf tarihinde mühim yeri olması lazım gelen bu Erdede Sultan’ı bu sefer Ankara’da epeyce aradım. Bu vesileyle bilmediğim birçok şeyi öğrendiğim halde, onu bir türlü bulamadım. Yalnız bu işlerle yakından ilgili bir Ankaralı’dan Kuşbaba diye anılan bir eski yatırın bu Erdede Sultan olması ihtimali bulunduğunu ve mezarının da şimdiki Hal civarında yeni yapılan bir mektebin altında kaldığını öğrendim … Zaten ben Evliya Çelebi’yi tenkit etmek için değil, ona inanmak için okurum. Ve bu yüzden de daima karlı çıkarım. Hikayesini okuduktan sonra kale ve eski Ankara’da yaptığım gezintilerden dönerken çok defa bu yollarda bir sabah vakti, Evliya Çelebi’nin yanında gayp aleminden gelmiş rehberiyle konuşa konuşa yürümüş olması ihtimali benim için şehrin mazisiyle yaşadığım saati birleştiren garip bir zevk oldu.”
Prof. Dr. Hikmet Tanyu ise Ankara çevresindeki adak yerlerinden bahsederken:
“1923 yılını müteakip Ankara şehirinin içerisindeki büyük mezarlıklar kaldırılmış, hatta bazı türbeler inşaat ve yol dahiline rastladığından yıktırılmıştır. Bu itibarla eski Ankara’ da şehrin merkezinde birçok ziyaretgahlar, veya bir mezar kenarında bulunan, etrafını çalıların çevrelediği, parmaklıklı mezarlar, bez, çabut bağlarıyla kuşatılan bu yerler (Hamamönündeki eski mezarlık, Etnografya Müzesi, Türk Ocağı çevresi v.b.) tamamen kaldırılmış, yerlerine binalar, apartmanlar, dernekler ve okullar almıştır. ..
Keza Prof. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Evliya Çelebi’nin tam bir inançla zikrettiği Erdede Sultan adlı yatırı aradığı, bunun Kuşbaba adlı bir yatır olabileceği, fakat onun da Yeni Hal civarındaki okulun (halen o okul da oradan kaldırılmıştır) altında kalmış olabileceği, bu itibarla çok aramasına rağmen bu yatırı bulamadığı hakkındaki düşüncesini naklederken, Ankara’nın şimdiki Işıklar Caddesi çevresinde büyük bir yangına uğradığı (1917), ayrıca Cumhuriyet çağında da şimdiki Hal’in bulunduğu yerle, Anafartalar, eski adları ile Tahtakale, Balıkpazarı ve Karaoğlan yakınlarında birçok tarihi eserler, mescit, türbenin yanmış olduğunu kaydetmek yerinde olur sanırız.
Otuz yıl kadar önce, eski, Tahtakale denilen semtin, Keresteciler yakınında Kurtbaba türbesi vardı. Yakınlarda yıktırılan inkılap (Devrim) ilkokulu ile Hal binası arasına, yola veya yolla bina arasındaki bir yere rastlıyan bu türbe, Ankara’nın büyük yangınlarından ikincisi olan Tahtakale yangınında yanmıştır. Üstü kapalı idi. İçeri girilip namaz kılınırdı. Huysuz, bağırıp çağıran, söz dinlemeyen (aksi) çocukları oraya götürerek türbe ye kapatırlardı. Beş dakika bıraktıktan sonra çıkarırlardı. Mum adanır, mum dikilirdi. Bez, iplik bağlayanlar da olurdu. Bu türbe deki zatın adı Kuşbaba değil Kurtbaba idi. Halk öyle bilirdi. (Prof.) Ahmet Hamdi Tanpınar’ı Erdede Sultan·, araştırmağa sevkeden sebebin Evliya Çelebi olduğu anlaşılıyor. Büyük bir yangınla ortadan kalkan Tahtakale semtinde, Tahtakale Hamamı (şimdiki hal binası çevresinde), Odunpazarı veya sonraları Keresteciler denilen mahalde bulunan türbe; o çevrenin en meşhuru idi. Kurtbaba türbesi orada idi. Bunun Ersultan’a ait olması muhtemeldir. O yangından kurtulamamıştır.”
Araştırmacı Yazar Kamil Şahin ise bu konuda:.“Ankara’nın yaşlılarından edindiğimiz bir bilgiye göre Hacı Bayram-ı Veli’nin bir başka hocası da Hallaç Mahmud Efendi’dir. Hacı Bayram-ı Veli hazretleri, şimdiki Ulus’ta bulunan, eski ismiyle Hallaç Mahmud mahallesindeki (952/1545) yılında Hallaç Mahmud adına yaptırılmış olduğu bilinen caminin yanındaki türbe önün-den geçerken ayakkabılarını çıkarıp yürürmüş, bunun sebebi sorulunca da: “Burada benim hocam Hallaç Mahmud hazretleri yatıyor. O’na saygıda bulunmak için ayakkabılarımı çıkarıyorum” dermiş.”
1522 tarihli Tapu Tahrir Defterinde Ankara’da “mahalle-i Hallaç Mahmud” adında bir mahalle olduğu, 22 nefer, 17 hanenin varlığı kayıtlıdır. 438 numaralı “Muhasebe-i Vilayet-i Anadolu Defteri”nde “Hallac Mahmud Mescidi vakfı” kaydı mevcuttur. Hallaç Mahmud Mescidinde bulunan 952 hicri .. 1545 miladi tarihli Arapça kitabede mescidin Ali oğlu Abdullah tarafından imar edildiği yazılıdır.
“Hallaç”; pamuk, yatak ve yorgan mesleğiyle uğraşan kişi anlamına gelmektedir. · Kubbeli Mescid olarak da bilinen Hallaç Mahmud Mescidi’nin kıble yönünde Hallaç Mahmud’un kabri mevcuttur. Daha önceleri mescidin kuzeybatısında iken sonradan mescidin güney cephesine nakledilmiştir.
Kaynak ; Manevi Mimarlarıyla Ankara , Abdülkerim Erdoğan , Ankara Büyükşehir Belediyesi Yayınlar