Kültür tarihimizin en renkli şahsiyetlerinden birisi olan büyük Türk seyyahı Evliya Çelebi, kökeni Şeyh Ahmed Yesevi’ye kadar uzanan saygın bir ailenin ferdi olarak 1611 yılın da İstanbul’da doğmuştur. Babası, Kanuni Sultan Süleyman‘ın yakınındaki kimselerden, aynı zamanda onun sancaktarlığını ve sarayın kuyumcubaşılığını da yapmış olan Derviş lakaplı Mehmed Zılli Efendi’dir. İlk eğitimini sıbyan mektebinde tamamlayarak (günümüzde Unkapanı mevkiinde bulunan Fil Yokuşu üzerindeki) Hamid Efendi Medresesi’ne yatılı öğrenci olarak kaydedilmiş, orada hafızlığını tamamlayarak dini ilimler, hüsn-i hat, musiki ve gramer; Sadizade Darülkurrası’nda Mehmed Efendi adında bir alimden tecvid; babasından da gümüş işçiliği ve oymacılık gibi mücevher zanaatkarlığı öğrenmiştir.
Sesinin güzelliği ve Kur’an tilaveti Ayasofya Camii’indeki bir Kadir gecesinde padişah IV. Murad’ın beğenisini kazanmış, sultanın emriyle Enderun’a alınmıştır. Burada dayısı ve IV. Murad’ın da hem sadrazamı hem de damadı Melek Ahmed Paşa’nın himayesinde tam bir Osmanlı çelebisi olarak yetiştirilmiş, eğitimi tamamlanınca da sipahi zümresine ilhak edilmiştir. Evliya Çelebi’nin bu yıllarda İstanbul içinde gezintiler yaptığı ve gezip öğrenme, görgü ve birikimini artırma tutkusuna kapıldığı, kendi anlattıklarından anlaşılmaktadır. Yedi iklim ve dört bucaktan müteşekkil bütün dünyayı kapsayan bir seyahat düşüncesiyle Allah’tan her daim sağlıklı bir bünye ve imanlı bir ruh dileyen Çelebi, nitekim 1630 yılında o pek meşhur rüyasını görerek arzusuna kavuşmuştur.
Kendi ifadesine göre, rüyasında Eminönü İskelesi’ndeki Ahi Çelebi Camii‘nde halifeleri ve sahabeleriyle birlikte Peygamberimizi görmüş; orada kendisinin kerametiyle ve peygamberimizin imametiyle sabah namazı kılınmış; ardından duasına nail olmak maksadıyla gözyaşları içerisinde Peygamberimizin elini öperek ondan şefaat dileyeceği yerde heyecandan “Seyahat ya Resulallah!” diyerek bir manada manevi bir teminat almıştır. Böylece Evliya Çelebi, önce İstanbul’u, ardından Bursa’yı karış karış gezerek ünlü eseri Seyahatname’nin ilk bölümlerini oluşturmaya başlamıştır. 1640..yılında, yıllar boyu sürecek, İran’dan Batı Akdenize ve Guney Mısırdan Macaristan’a ve Rusya’ya kadar bütün bir imparatorluk sınırlarını komşu ülkelerinde topraklarını kapsayacak şekilde dolaşmıştır.
Yaptığı geziler; Ketenci Ömer Paşa, Defterzade Mehmed Paşa , Kara Mehmed Paşa ve Melek Ahmed Paşa gibi önemli devlet adamlarının maiyetinde, bir anlamda devlet desteğiyle gerçekleştiren Evliya Çelebi, gittiği memleketlerde araştırma ve incelemelerde bulunmuş, gezip gördüğü yerlerin özelliklerini tarihinden folklorüne en ince detaylara varana dek oldukça hoş ve yerine göre de mübalağalı bir üslupla kaleme almış, nihayetinde on ciltten oluşan muazzam bir Seyahatname ortaya koymuştur. Birçok yabancı dile çevrilen bu değerli eser, bilhassa Osmanlı Türklerinin tarihi, folkloru ve medeniyeti bakımından bir hazine sayılmaktadır. Seyahatname aynı zamanda Osmanlı nesrinin en başarılı örneklerinden biridir ve yıllar sonra da olsa günümüz Türkçesine aktarılabilmiştir.
Tam bir İstanbul aşığı olan Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nin birinci cildi, İstanbul’a ayrılmıştır. İstanbul’a o kadar hayrandır ki, on sekiz hükümdarın ülkesinden geçerek kırkyıl dolaştığını ve 147 lisan duyduğunu; ne var ki bu yolculuklarda İstanbul’un güzelliğine ve cazibesine ulaşabilen herhangi bir şey görmediğini söylemeden edememiştir. Seyahatname’de İstanbul’un tarihi, efsaneleri, muhasaraları ve fethi, halkı, semtleri, esnafı, sanatçıları, gezip görülecek mekanları; İstanbul’daki cami, medrese, mescit, türbe, hamam, imaret, şifahane, tek ke, han, kervansaray ve konaklar; İstanbul’da yetişmiş alim ve devlet adamları ayrıntılarıyla birinci ağızdan anlatılmaktadır. Seyahatname’nin bu cildi, günümüzde İstanbul araştırmaları yapan pek çok şehir tarihçisi ve yazar için en önemli kaynaklar arasındadır ve belki de ilk sıradakidir. Evliya Çelebi’nin, 30 yaşında başlayan gezgin hayatı, son seyahatı sayılan hac yolculuğundan sonra gittiği Mısır’daki vefatına kadar devam etmiştir.
Evliya Çelebi’nin vefat tarihi (tahmini 1682) ve mezarının yeri kesin olarak bilinememektedir. Dünya toplumlarının kültürel mirasını korumak amacıyla kurulan Unesco tarafından 2011 yılı doğumunun 400. yılı olması münasebetiyle “Evliya Çelebi Yılı” ilan edilmiş, ülkemizde ve bilhassa İstanbul’da hayatı ve seyahatlarını anlatan birçok kültürel etkinlik düzenlenmiştir.
İstanbul Beyoğlu ve Tuzla’da bi rer mahalle, Kartal’da bir sokak, Ümraniye’de bir kültür merkezi, Gaziosmanpaşa, Tuzla ve Maltepe’de birer ilköğretim okulu, dünyaya malolmuş bu kıymetli seyyahımızın adını taşımaktadır.
Kaynak ; İstanbul’un 100 Sufisi , Ebru Erte , İBB Yayınları .