İstanbul Beyoğlun’da; Galatasaray lisesinin yanından tophaneye doğru inerken sağ da gül baba sokakta./strong>
Padişah ikinci Bayezid, kır atının gemini çekti. Boğazın mavi sularına baktı, havayı kokladı:
— Bu güzel kokular nereden geliyor? diye yanındakilere sordu:
Paşalardan biri cevap verdi:
— Devletlüm, İstanbul kuşatmasında yaralanan bir yiğit var ki bugün O’na Gül Baba derler. Ak sakallı, nur yüzlü bir ihtiyardır. Tabiat aşığıdır. Şu yamaçları güllerle, türlü çiçeklerle donattı. Bu hoş kokular onun bahçesinden geliyor…
Padişah avdan dönüyordu. Biraz yorgundu. O devirde av, bir eğlence olmaktan çok bir askeri manevra niteliği taşıyordu. Usta izciler, usta okçular, kurnaz taktikçiler av sırasında hünerlerini gösterir, gençlere örnek olurlardı. Padişah aynı zamanda başkomutan olduğu için her şeyle ilgilenir, at koşturur, manevrayı yakından takip ederdi.
— Merhum babamın bu gazi askerini ziyaret etmek isterim, dedi. Padişah ve veziri Gül Baba’nın kulübesine doğru yürüdüler Kulübe birkaç yüz metre ileride idi. Gül Baba onları ayakta karşıladı. Padişah ona :
— Savaşta bastığı yeri sarsan, barışta oturduğu yeri sarı – kırmız gül bahçesine çeviren yiğit asker sen misin? dedi.
— Sen öyle diyorsan, öyledir Sultanım. Senden iltifat görmek benim için en büyük şereftir…
— Hayır Gül Baba, sen İstanbul’u fethedenlerdensin, bu daha büyük bir şereftir.
Padişah atından indi, kulübeye girdi ve Gül Baba’nın utana sıkıla gösterdiği basit bir minderin üzerine bağdaş kurup oturdu. Onun elceğizi ile pişirdiği kahveyi içerek yorgunluk giderdi. Kahvesini içtikten sonra Gül Baba’ya şöyle dedi:
— Dilersen seni Saraya alayım, artık çalışma. Yaşlılık devrini dinlenerek, rahat geçir.
Sağ ol Sultanım, ben burada oturmak isterim. Ama bana bir iyilik yapmak istiyorsan, şu kulübenin bulunduğu yere bir mektep medrese yaptır, ülke çocukları okusun, yurdu daha da yüceltecek insanlar olarak yetişsinler.
«Arması san kırmızı olsun.»
Padişah, Gül Baba’nın seçerek topladığı bir demet sarı, bir demet kırmızı gülü alırken şu karşılığı verdi:
— Gönlün rahat olsun, dilediğin olacaktır Gül Baba.
Yıl 1481 idi. Gül Baba’nın kulübesinin olduğu yere büyük bir bina yapıldı. O günden bu güne kadar mektep oldu, hastane oldu, saray oldu… Sonra 1868’de tekrar eğitim-bilim yuvası haline geldi ve «Mekteb-i Sultani» adını aldı. Cumhuriyet döneminde adı «Galatasaray Lisesi» olarak değiştirildi.
Galatasaray Lisesi’nin banisi işte bu yüce velidir. Gül Baba Galatasaraylıların sembolü, her şeyi… O şifa isteyen, murad isteyenleri boş çevirmez. Galatasaray’dan Tophane’ye inerken yolun sağında Gül Baba Sokak üzerinde medfundur. Giriş kapısının üstünde mermer üzerine gül resimleri işlenmiş ve güllerin ortasına da «Maşaallah» yazılmıştır. Ulu ağaçların altında yatan Gül Baba’nın kabir taşında da şu kitabe yazılıdır:
«Hüvel Hadi
Merhum ve mağfur
E lmuhtac ila rahmeti rabbihü gafür Gül Dede ruhu için Fatiha.»
1201 tarihinde kabir Sultan Abdülhamid Han tarafından tamir ve ihya edilmiştir. Galatasaray Lisesi’nin 100. yılı dolayısıyla tamir edilip onarılmış ve şu kitabe yazılmıştır:
Gül Baba, Galatasaray Külliyesinin 480 sene evvel kurucusudur. Türbesi Lisenin 100. dönüm yılı dolayısiyle Vakıfların himmetiyle onarılmıştır. 1968
Karagümrük Gül Baba Sokak üzerinde de başka bir «Gül Baba» kabri vardır.
Kaynak ; İstanbul Evliyaları ve Fetih Şehidleri – Şevket Gürel , İstanbul’daki Tarihi Türbe ve Mescidleri İmar Vakfı , 1988