Kabr-i Şerifi Edirnekapı Sakızağacı Şehitliğindedir.Şehitliğin kapısından girince 200 m dosdoğru yürüyoruz sol tarafta tabelada ismini göreceğiz. Abdulaziz Bekkine hazretlerinin hemen yanında
Abdullah Hasib (Yardımcı) Efendi, 1280/1863 senesinde Serez’de doğmuştur. Babası “muavin” namı ile bilinen Halis Efendi’nin oğlu Ali Efendi olup Serez’de Câmi-i Atik imamı, aynı zamanda Serez Rüşdiyesi’nde öğretmen ve müdür muavini idi. Ali Efendi Cidde’de medfundur.
Hasib Efendi, orta tahsilini Serez Rüşdiyesi’nde tamamladıktan sonra İstanbul’a gelerek eğitimini Çarşamba’da Mahmud Ağa Medresesi’nde sürdürür. Burada on sene kaldıktan sonra 1310/1893 yılında Tokatlı Hacı Şakir Efendi’den müderrislik icazeti alır. Ahmed Ziyâüddîn-i Gümüşhanevî hazretleri de bu icazet merasiminde hazır bulunmuştur. Bu arada Sandıklılı Hasan Hamdi Efendi hazretlerine intisab etmişlerdir.
Tashîh-i Hurûf’u Fatih’in meşhur Baş İmam’ı Filibeli Arap Hoca’dan tahsil etmiş olup bu hususta yaptığı çalışmalar halen erbabı tarafından bilinmekte ve kaynak gösterilmektedir.
Hâmil-i Kur’ân olmanın gereği olarak kabul ettiği kıraat ilmine ait icazeti o zamanın Reîsü’l-Kurrâ’sı olan Hacı Nuri Efendi’den almıştır. Meslek-i dîniyenin seçkinleri arasında yer almasına ve birinci derecede ehliyet sahibi olmasına rağmen herhalde nâm ve şöhretten endişe duydukları için mensubu bulundukları mesleğin en mütevazî bölümü olan imamlık hizmetini tercih etmiştir. Serez’e dönüp daha önce babasının imamlık yaptığı Cami-i Atik’de görev almıştır. Orada Buhârî dersleri okutmuş, pek çok talebe ve hafız yetiştirmiştir.
Hat sanatıyla da uğraşan Hasib Efendi’nin meşhur hatları da bulunmaktadır. 1924 senesinde tekrar İstanbul’a dönerek Eyüp Sultan semtine yerleşir. Bu arada Abdülaziz (Bekkine) Efendi ve Mehmed Zahid Efendi ile tanışır. Daha sonra onların feyiz aldıkları mürşidleri Tekirdağlı Mustafa Feyzi Efendi’ye intisab ederek derslerine devam etmeye başlar. Abdülaziz Efendi hazretleri Hasib Efendi’yi dergaha getirip tanıtınca Mustafa Feyzi Efendi;
“İşte şimdi güzel elyaflı bir kereste getirdin.” diyerek iltifat etmişlerdir.
Hasib Efendi (ks.), Mustafa Feyzi Efendi’nin derslerini takip etmek için Eyüp Sultan semtindeki evlerinden, o günkü ismi Bâb-ı Alî olan bugünkü İstanbul Valiliği’nin hemen yanıbaşında bulunan Fatma Sultan Camii’ne kadar her sabah yaya olarak gelirlermiş. Bir müddet sonra aynı camide vazife alıp caminin meşrutasına yerleşmişlerdir. Fatma Sultan Camii’ndeki bu vazifesinin ardından Şehzadebaşı Damat İbrahim Paşa Camii’nde imam-hatiplik yapmıştır. Bu arada Mahmutpaşa semtinde bir ev alarak oraya taşınmıştır. Son zamanlarında Kapalıçarşı Camii hatibi olarak görev yapmışlardır.
Hasib Efendi’nin dört hanımından onyedi çocuğu olmuş, bunlardan yalnızca biri yaşamıştır. Ömründe dört defa hacca giden Hacı Hasib Efendi, uzunca boylu, beyaz sakallı, nur yüzlü, çok yumuşak ve hilim sahibi, mübarek bir kimse idiler. Zahirî ilimlerde üstat olduğu gibi mânevî ilimlerde de zamanının yüksek bir şahsiyetidir. Kendisinden sonra Gümüşhaneli Dergâhı’nda postnişîn olan Aziz Efendi, Hasib Efendi’nin vefatının ardından yaptırdığı Hatm-ı Hâcegânlarda onun için “Kutbü’l-Aktâb” sözünü zikrederlermiş. Hasib Efendi’nin evinde her hafta pazartesiyi salıya bağlayan gece Hatm-ı Hâce yapılırmış. Fakat sabahlara kadar sürmezmiş. Sünnete riayette titizlik gösteren Hocaefendi, yatsıdan sonra uzun oturmaları hoş görmezlermiş.
Kırk yıl -oruç tutulması haram olan günler hariç- hergün oruç tuttuktan sonra şöyle demişlerdir: “Artık ihtiyarladık da Savm-ı Dâvûd’a çevirdik.” Hasib Efendi, Bayezid Camii’nde, uzun süre, çarşamba günleri öğle namazından sonra Râmûzü’l-ehâdîs sohbetleri yapmıştır. Kendi mahallî şîvesi ile yaptıkları konuşmalar dinleyiciler üzerinde derin tesirler uyandırmıştır. Hasib Efendi mûnis yaratılışlı, rikkat dolu bir kalbe sahiptir. Peygamber Efendimiz’e karşı büyük bir muhabbeti vardır. Ondan bahsedilince bile gözyaşlarını tutamazlarmış. Âyetler okunurken ağlarlarmış. Bununla beraber dinî meselelerde çok sert ve titizlermiş.
Sevenlerinden biri birgün faiz konusunda kaçamak aramaya çalışıyormuş. “Şöyle olsa nasıl olur, böyle olmaz mı?” derken Hocaefendi hazretleri cevaben “Olur, olur be yahu, ama haram olur.” buyurmuşlardır. Hasib Efendi’nin gönüllere ve rüyalara tasarrufları vardır. Açık kerametleri sevenleri tarafından anlatılmaktadır. O yıllarda öğrenci olan bir bağlısı şöyle anlatıyor:
“İmtihanımın yaklaştığı bir zaman evlerine gittim. Yanlarına oturdum. İçimden, ‘Hocaefendi bir sorsa da dua etmesini istesem.’ diye geçirdim. O sırada birşeyler anlatıyordu. Sözünü yarıda kesip nerede okuduğumu, ikmalim olup olmadığını sordu. ‘Bir ikmalim var.’ dedim. ‘İnşaallah geçersin ben bazen dua ederim, sınıflarını geçerler. O benden değil Allah’tandır Allah’tan.’ dedi ve ağladı.”
Bir akşam Hasib Efendi, bir kumaş tüccarı ile birlikte yürümekte iken karşılarına elinde şişesi ile bir sarhoş çıkar. Körkütük sallana-sallana gelir, içki şişesini Hasib Efendi’ye doğru uzatır ve der ki: “Söyle hoca, bunun içinde Allah var mı?” Hasib Efendi cevap verir: “A be kuzucağızım, sen onu nerde ararsan ordadır.” Bu olaydan bir süre sonra aynı sarhoş Hasib Efendi’nin vazife gördüğü Kapalıçarşı Camii cemaatinden olmuştur.
Hasib Efendi hazretleri şöyle derlermiş: “Hidayet kalbe inen bir nurdur, rahmettir. O rahmet, suyun çorak bir toprağı yumuşatması gibi kalbi yumuşatır. Kalp doğru söze açılır ve o doğru sözü hemen kapar. Tıpkı yumuşamış bir toprağın, tohumu kapıp da yeşermesi gibi…” Hasib Efendi (ks.), son zamanlarında prostat ameliyatı olmuşlardı. Hasta yatıyorlardı ve ızdırapları dayanılmız şekilde ağırdı. Son sözleri “Yâ Rabbi! Al emanetini, artık etrafımı rahatsız eder haldeyim.” olmuş ve ruhunu teslim etmiştir.
Âhirete göçmesi 86 yaşlarında iken 15 Mayıs 1949 senesinde geceleyin vuku bulmuş, Edirnekapı Sakızağacı Kabristanı’na defnedilmiştir. Halvette iken kendisinin Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem aşkıyla söylediği na’t-ı şeriflerinden bir bölümü şöyledir:
Bana evvelce gösterdin senin ol gül cemâlini,
Kulağıma işittirdin dahi şirin mekâlini,
Sonunda perdeyi çektin esirgedin visâlini,
Hasib’in maksadı ancak teşerrüftür cemâlinle,
Senin dîdârına geldi, şefaat Yâ Resûlallah
Giderse cennete ahbâb-ı yarânım,
Beni nâra sokarsa cürm-ü isyânım,
Dökülür yaşlarım hâke, çıkar eflâke efgânım,
Hasib’in başlıca arzusu Cemâlullâh’ı görmektir.
Sana yalvarmağa geldi, şefaat Yâ Resûlallah.
Bir gün Aziz Efendi, Hasib Efendi’ye bir sohbet meclisinde sorar:
“Hocam, bir şeyh vefat etse, mürid üzerindeki tasarrufu azalır mı veya kalkar mı?” Hasib Efendi şöyle cevap verir: “Yok, yok kalkmaz! Bilakis derler ki şeyhin vefatı ile dervişler üzerindeki tasarrufu kınından çıkmış kılıç gibi daha da keskinleşir.”