Gülhaneden sirkeci ye giderken Gülhane tramway durağının hemen arkasında solda. Türbe bakımsız bir haldedir. Ve ziyarete kapalıdır.Mevla en yakın zamanda ziyarete açılmasını nasip etsin (amin)
İstanbul”da yetişen büyük velilerdendir. İsmi Hasan bin Recep bin Şehid Muhammed, lakabı Ünsi”dir. 1645 (H.1055) senesi Taşköprü”de doğdu. 1723 (H.1136) senesi İstanbul”da vefat etti. Aydınoğlu Dergahının içindeki türbede medfundur. Ünsi Hasan Efendi önce Bayramiyye yolu büyüklerinden olan babası Recep Efendiden okudu. İlim ve edeb üzere yetişti. Henüz yirmi yaşlarında iken Ayasofya Camiinde ders okutmaya başladı. Tefsir-i Beydavî ve Mesnevi okur, kendisine mahsus odasında ikamet eder, ilimle meşgul olurdu.
Halvetiyye yoluna girmesini alim bir zat olan hemşehrisi Ali Efendi şöyle anlatır: “Bir gün Üsküdar”da bir hemşehrim ile karşılaştım. Bana; “EskiValide Dergahında hemşehrimiz Şeyh Karabaş Ali Efendi isminde bir zat vardır.” dedi ve onun faziletlerini anlattı. Lakin ben onunla gidip görüşmedim. Sonra Ünsi Hasan Efendinin medresedeki odasına vardım. Sık sık gelir onu ziyaret ederdim. Bu sefer ona; “Ey Hasan Efendi! Üsküdar”daKastamonu”dan bir zat gelmiş, ilim ve irfan sahibi imiş. Nefsin isteklerini yapmayıp, istemediklerini yapan bir zat olup, hal ve tasarruf sahibi olduğunu öğrendim. İsmine Karabaş Ali Efendi diyorlar.
Çok eserler yazmış. Gel ona gidip görüşelim.” dedim. Hasan Efendi bu teklifimi kabul etti. Üsküdar”a geçtik ve Valide AtikDergahına geldik. Orada AliEfendiyi ziyaret için içeri girdik. Karabaş AliEfendi bizi görür görmez Ünsi HasanEfendiye hitabla; “Hasan Efendi çoktan beri senin yolunu gözlerdik. Çok şükür şimdi nasib oldu.” buyurdu ve yanındaki birine; “Osman Efendi sana dediğim bunlardır.” deyip, Hasan Efendiye iltifat etti. Osman Efendi sonra edeple dışarı çıktı. O zaman ben Karabaş Ali Efendi ile bir miktar konuştum. Hasan Efendi sükut etti. Yarım saat kadar bir zaman geçti. Sonra oradan ayrılmak için Hasan Efendiye; “Kalk gidelim. İkindi olacak.” dedim. Beraberce kalktık. Şeyh Karabaş Ali Efendiden izin istedim. Hasan Efendi, Şeyhin mübarek ellerini ve dizini öptü. Onun halini değişmiş gördüm. Sonra dışarı çıktık. Ona; “Hasan Efendi, şeyhin elini ve dizini öptünüz. Senin hiç kimseye böyle yaptığın yoktu.” dedim. Hasan Efendi sustu ve durdu. Ben; “Buyrun gidelim.” dedim. O zaman; “Siz buyurun gidin. Ben gitmeyeceğim. Burada kalacağım.” dedi. Hayret ettim ve; “Burada nasıl kalırsınız? Senin medresede odan var. Kitapların ve eşyaların var. Bunları nasıl feda edersin? Burada kalman olmaz. Gel gidelim. Sonra yine geliriz.” dedim. O, büyük bir kararlılıkla; “Medresedeki odam, bütün kitaplarım, hepsi senin olsun.” dedi ve anahtarını çıkarıp bana verdi. Sonra da; “Talebelerime söyle kendilerine başka hoca bulsunlar. Bundan sonra ben İstanbul yakasına gitmem. Meğer izin ola.” dedi ve hakikaten Üsküdar”da hazret-i Şeyh Karabaş Ali Efendinin dergahına gidip hizmetinde kaldı. Çok ısrar ettimse de çare olmadı.”
Ünsi Hasan Efendi, hazret-i Şeyh Karabaş Ali Efendinin dergahında mücahede ile, nefse zor gelen ve nefsin istemediği şeyleri yapmakla meşgul oldu. Şeyh Karabaş Ali Efendi onun bu husustaki gayretini görünce; “Otuz iki bin kişi bizim elimizde tövbe edip yolumuza girdi. Altı yüz seksen beş halifem, önde gelen talebem var. Lakin Hasan Efendi gibisi yok. O, Allahü tealayı bilir ve hakikatlere aşinidır.” buyurdu.
Bir gün Şeyh Karabaş Ali Efendi, Hasan Efendiyi huzurlarına istedi. Birisi gidip haber verdi. Hasan Efendinin o esnada başında siyah sarık vardı. O; “Hocamın huzuruna böyle girmek, yolumuz edebine uymaz.” deyip başına beyaz sarık sarmak istedi. Fakat yenisini sarmak için zaman yoktu.Hemen sarığının üzerine beyaz bir gömlek parçası sardı ve hocasının huzuruna koştu.Hocası gecikmesi sebebiyle ona; “Niçin geç geldin?” dedi. Hasan Efendi de; “Efendim biraz geciktim. Affediniz.” dedi. O zaman Karabaş Ali Efendi; “Beriye gel.” buyurdu. Hasan Efendi yaklaştığında, Karabaş Ali Efendi onun başındaki sarığın üzerine sardığı beyaz gömlek parçasını çözüp alınca, siyah başlığı meydana çıktı. O zaman; “Ey Hasan! Bize karşı edebi gözetirsin. Bundan sonra yanımıza geleceğinde dilediğin şekilde ve zamanda gelebilirsin. Bu sana izindir.” buyurdu. Talebeler içinde Hasan Efendiden başkasına bu izin verilmedi.
Hasan Efendi, hocası Ali Efendi hazretlerinden 1664 senesi icazet, diploma alıp vekili oldu. Hocası ona; “Sen İstanbul yakasına var. Her nerede dilersen orada ikamet et. Allahü tealanın kullarını irşad eyle!” buyurdu. Ona dualar etti.
Hasan Efendi hocasının bu emri üzerine İstanbul Yakasına geçip Ayasofya yakınındaki Acemağa Camiine geldi. Oraya yerleşti ve talebe yetiştirmeye başladı. Çok talebesi oldu. Lakin kimseye vekillik, icazet vermezdi. Etraftan; “Şeyh Hasan Efendinin aşık talebeleri olduğu halde onlara niçin icazet vermiyor.” dediler. Herkes bu hale şaşar, taaccüp ederdi.
Bir gün Şeyh KarabaşAliEfendi hazretlerine; “Efendim! Ünsi Hasan Efendi bir türlü talebelerine icazet verip vekil yapmıyor. Halbuki buna hak kazanmış çok talebesi var. Eğer siz bir haber gönderirseniz icazet verir, vekil yapar.” dediler. O zaman Karabaş Ali Efendi yanındaki asadar Osman Efendiye; “İstanbul”a var. Hasan Efendiye selam söyle ve; “Yavru çıkarsın. Yavru çıkarsın de!” buyurdu. Osman Efendi İstanbul”a gelip Hasan Efendiyi buldu ve Karabaş Ali Efendinin selamını söyledi. Sonra; “Yavru çıkarsın. Yavru çıkarsın.” dediler.” dedi. Hocasının selamını alan Hasan Efendi; “Gezenler gibi mi? Gezenler gibi mi?” diye karşılık verdi. O zaman Osman Efendi veda edip Üsküdar”a geçti. Karabaş Ali Efendiye onun bu sözlerini söyledi. Karabaş Ali Efendi hazretleri bunun üzerine tekrar dua edip; “Ünsi Hasan Efendi, bütün icazetli talebelerimin en üstünüdür ve hepiniz ona muhtaçsınız.” buyurdu.
Şeyh Karabaş Ali Efendi 1685 senesinde deniz yoluyla hacca gitmek için hazırlıklarını yaptığında bütün talebelerini topladı ve; “Bizler hac etmeye niyetlendik. Sizler burada kalıyorsunuz. Olur ki bir daha görüşmeyiz. Bazılarınızın bir mürşide, yol göstericiye ihtiyacı vardır. Hepinizi Ünsi HasanEfendiye havale ettim. Danışacağınız bir şey olursa, Hasan Efendiye danışın. Biz yerimize onu bıraktık.” buyurup dua ettiler ve yola çıktılar. Bundan sonra bütün talebeler Hasan Efendiye tabi oldular.
Çetin nefis mücâdelelerinden geçtikten sonra, Allahü teala ona çok ihsanlarda bulundu. Kendisine; “Nefsinle nasıl mücadele ettin?” denildikte, o; “Ömrüm nefsimle uğraşmak, onu terbiye etmeye çalışmakla geçti. Uzun zaman açlık çektim. Yirmi yaşımdan beri yanım üzerine yatmadım. Ayaklarımı uzatmadım. Daha başka çektiğim riyazetlerimi size anlatsam inanmazsınız. Sizler ise; “Rahatta olalım Hakk”ı bulalım.” dersiniz.” buyurdu.
Ünsi Hasan Efendi, zamanında İstanbul”da bulunan evliyanın önde gelenlerinden idi. Her haliyle İslamiyetin emirlerine uyardı. Tasavvuftaki yolları Halveti olup, Kastamonu evliyasının büyüklerinden Şeyh Şaban-ı Veli hazretlerine uzanmakta idi. Ömrünü mürşidi, hocası Karabaş Ali Efendinin yolunu ve edebini gözetmekle geçirdi. Çok kerametleri ve güzel halleri görüldü. Tasarrufu kuvvetli olup, talebelerinin ve başkalarının hallerine vakıf, niyetlerini bilirdi.
Şeyh Ünsi Hasan Efendinin birçok kerametleri görüldü. Sadık talebelerini çok sever, sıkıntılı anlarında onların imdatlarına, yardımlarına koşardı. Bir talebesi anlatır: “Ben hamama gittiğimde iyice yıkandıktan sonra bir tas içindeki suya okuyup sonra başımdan aşağı dökmeyi adet edinmiştim. Bu halimi kimseye söylemedim. Bir gün bir rüyamı tabir için Ünsi Hasan Efendinin huzuruna gittim. Rüyamı tabir ettiler, sonra da; “Hamamdaki bu adeti terk et. Zira suya okur, sonra onu orada başına dökersin. Bu uygun değildir. Zira okunmuş sudur. Aşağılara yayılması günahtır. Onu bir daha yapma. Yıkan ve çık.” buyurdular. O zaman ben; “Efendim! Bu hali kimse bilmezdi, size kim söyledi?” diye sordum. O zaman Hasan Efendi hazretleri; “Bir gönül ki, Cenab-ı Hakk”ın hazinesi oldu. İşte o gönül haktan haber verir. O gönlün görmediği ve bilmediği olmaz. Onun gibi bizden yine bize bir söyleyici vardır. O haber verir.” buyurdu. Ben de o adetimi bir daha yapmadım.
Ünsi Hasan Efendi başkalarının kendisine itibar etmelerinden çok çekinir, şöhretten kaçardı. Ünsi Hasan Efendi daima ibadetle meşgul olur, inziva hali yaşar, devlet adamlarıyla görüşmek istemezdi. Dervişler, Şeyh Ünsi Hasan Efendinin birçok kerametlerini bilirler, lakin söylemezlerdi. Vefatlarından sonra ona aid olan güzel hallerini ve kerametlerini anlatmışlar, söylemişlerdir.
Ünsi Hasan Efendi hazretleri vefatına yakın talebelerini toplayıp onlarla helallaştı ve bir takım nasihatlerde bulundu. “Sizler yolumuza aykırı hareket eder, İslamiyetin emirlerinin dışına çıkar, haram ve mekruhlara meylederseniz, ahiret gününde iki elim yakanızdadır. Bu Halvetiyye yolu cümlemize Allahü tealanın bir emanetidir. Bunu koruyun. Bu sebeple peygamberler ve evliya sizlerden hoşnud olur.” buyurdular. Techiz ve tekfinleri için gerekli siparişleri verip aldırdılar. Sonra yerine vekil bıraktığı Mehmed Efendi, Kur”an-ı Kerim okurken vefat ettiler. Talebelerinden Seyyid Mustafa Efendi gasledip yıkadı. Arkasından hemen yetmiş bin kelime-i tevhîd okunup mübarek ruhuna gönderildi. Ayasofya Câmiinde Kara Mustafa PaşaDergahı şeyhi olan Şeyh Seyyid Nûreddin Efendi namazını kıldırdı. Cenazesinde alimler, salihler hazır olmuşlardı.
Hasan Ünsi Efendinin, Arabça, Farsça veTürkçe ile yazılmış bir divanı vardır. Bu divan, İbnü”l-Emîn Mahmud Bey tarafından muhafaza edilmiştir. Vaaz ve nasihatları ile konuşmaları; Kelam-ı Aziz ismindeki kitapta toplanmıştır. Yine Arabça, Farsça ve Türkçe ile nazm ve nesir olarak buyurdukları sözlerinden bir kısmı, Sırr-ı Ehadiyyet isimli bir eserde toplanmıştır.