İbrahim Tennuri Hazretlerinin Türbesi ; Kayseri – Cumhuriyet mahallesindeki Şeyh Tennuri camii yanında
İbrahim Tennuri hazretleri Sivas’ta doğdu. Amasya’da aile çevresinde başladığı tahsilini Konya’da Sarı Yakub’un yanında tamamladı. Daha sonra Kayseri’ye giderek orada Hundi Hatun medresesine müderris oldu. Bir müddet sonra tasavvufa meyletti, müderrisliği bıraktı. Medreseyi bırakmasına sebep olarak gösterilen şöyle bir olay vardır:
İbrahim Efendi , Şafii mezhebinden idi. Bir ara farketti ki, başında bulunduğu medresenin vakfiyesinde müderris ve bütün buradan faydalananların Hanefi mezhebinden olmaları şartı yazılıydı. Hanefilik de Şafiilik de hak mezheplerden olmakla beraber, o devirde her halde günün politikaları gereği, medresenin kurucusu, mensuplarının Hanefi olma şartını koymuştu. bu medresenin müderrisliğinden ayrıldı.
“Efendim! Hanefî mezhebine girseniz de müderrisliği bırakmasanız!” diyenlere; “Bir müderrislik için mezheb değiştirilmez.” cevâbını vermiştir. Müderrisliği bırakan İbrahim Efendi iç alemine yöneldi. Sonunda muhabbetullah onda o derece baskın hale geldi ki; ne zaman bir yerde Kur’an dinlese veya bir güzel ses işitse gönlünde bir ateş peyda olurdu. İçinde sanki bir şey çatlamış gibi ses gelip kendinden geçerdi. O sıralarda çok meşhur bir merkez olan Erdebil’e gitmek istedi. O esnada Akşemseddin’in namını duydu. Bir merkebe binip Beypazarı’na geldi. Meğer Akşemseddin Göynük’e gitmişti. Onun gelmesini bekledi. Akşemseddin gelince halk çevresini sardı, ondan bedensel hastalıkları için çareler sordular; Akşemseddin aynı zamanda hekimdi. Akşemseddin hazretleri kendisine müracaat edenlerin dertlerini dinledikten sonra her birine ilaç vererek tavsiyelerde bulunmuştur.
İbrahim Tennuri Hazretleri sonrasını şöyle anlatır;
-“Herkes dağılıp, biz başbaşa kalınca, şeyh bana:
-“Şaşılacak şey! Her gelen beden hastalıklarından şikayet eder; içlerinde bir tane de “gönlüm hasta” diyen yok, “aşk davasını isteyen yok” diye şikayette bulunarak bana baktı ve “senin hastalığın nedir?” diye sordu. Ben de:
-“Kayseri’de Müderris idim. İçimde bir ateş peydah oldu. Bu gizli derde derman aramağa geldim” dedim. Şeyh Hz.leri:
-“Ehlen ve sehlen! Hoş geldin, safa geldin, fakat bize ne armağan getirdin?” diye sordu. Ben de dünyevî armağan sanıp, elimin boşluğundan pek çok utandım ve utanç teri ile boğuldum.
-” Ey Sultanım! Ben, gönlü ve yüzü kara bir kimseyim, hiç bir armağanım yoktur” dedim. Akşemseddin hazretleri utandığımın farkına vararak:
-”Armağan dediğim, dünya armağanı değildir, senin bize armağanın doğru rüyadır” buyurdu. Ben de:
-‘‘O büyük armağandan elim boş olduğunu, yüce huzura arzolacak bir rüya göremediğimi söyledim.” Bunun üzerine halvet buyurdu. Şeyhin bu sohbet sofrası aç gözümü doyurdu, ilk gecede dört yüz rüya gördüm. Unutkanlığımın fazlalığından bazan namazda okuyacağım ayet hatırıma gelmezken, sabah ezanı okunduğunda elime kalem defter alıp, bu rüyaları bir bir yazarak baştan sona hatırımda tuttum. Hafızamın bunları unutmamasını da, Hz. Pir’in feyzinden bildim. Her akşam iftar için Şeyh Hz.leri bir çanak bulamacı, bir ekmek ve bir testi suyu, hizmetçileri île gönderirdi.
Halvetteki diğer arkadaşlarım yemek ve içmekten pek çok sakındıklarından kendimde hayvanî hislerin fazlalığını düşünerek, ertesi günlerde gördüğüm halleri göremedim. Şeyh Hz.leri durumu anlayıp azarladı
– ”Kendi kendine iş yapmak Salik’in işi değildir. Bu çeşit hareketler, nefsin iyi gösterdiği kötü şeylerdendir. Kendi isteğine göre iş yapan Salik’in yüzüne vuslat kapısı kapalıdır. Tabibin seni gözetmez mi? Senin meşrebin bunu; onların meşrebi onu gerektirir” buyurdu. O gün, her günkü gönderdikleri yemeğin iki katını gönderip, geçmişi telafi etti.
Böylece halvete ve geceleri ihyaya devam ettim. Halvette Şeyh Hamza-i Sami; Şeyh Abdurrahim-i Mısri ve Şeyh Muslihiddin ibni Attar ile birlikte idim. Şeyh onlara riyazatla emretmişti, fakat bana riyazat vermedi. “Senin meşrebine riyazat lazım değildir‘ buyurdu.
Nihayet seksen yedinci gece ki “Beraet Gecesi” idi. Gönlüm bir sahan yağlı pilavı, tenha bir yerde, yalnız başıma yemek arzuladı. Her ne kadar nefsin bu arzusunu unutmağa çalıştım ise de mümkün olmadı. O anda şeyhin hizmetçisi gelip, Şeyh Efendimin beni çağırdığını söyledi.
Huzuru şeriflerine vardığımda, elime bir sahan yağlı pilav verip ; ”Şemseddin burada yoktur, (yok farzet); utanma, istediğin kadar ye!” dedi. Pilavdan hiç bir tane koymadan yedim ve o gece halvetten çıkmama izin verdi. Böylece, Hacı Bayram Veli’nin Halifesi ve Fatih Sultan Mehmet Han’ın Hocası olan İstanbul’un manevî fatihi AkŞemseddin Hz.lerinden icazet ve hilafet alarak yine Kayseri’ye döndüm; ve halkı irşada başladım.
İbrahim Tennürî hazretleri hocası Akşemseddin hazretlerinden icâzet aldıktan sonra, onun izni ile, Kayseri’ye yerleşerek bir tekke kurdu. Talebeler yetiştirmeye ve halka İslâmiyetin emir ve yasaklarını öğretmeye başladı. Rivâyet edilir ki, şeyhde zaman zaman tasavvuf yolunda bulunanlarda görülen ve kabz denilen sıkıntı hâli vâki olurdu. Bir defâsında bu hâl uzun sürüp gideremeyince, şeyhi Akşemseddîn‘le görüşmek üzere yola çıktı. Rüyâsında Akşemseddîn hazretleri ona emredip; “Sıcak bir tandır (tennûr) üzerine oturup terlemen gerekir.” dedi. Ertesi gün İbrahim Tennuri, sıcak bir tandır üzerine oturup, tepeden tırnağa terledikten sonra, kabz hâli, “Bast” hâli denilen tasavvuftaki rahatlama ve sevinçli olma hâline döndü ve sıkıntıdan kurtuldu. Akşemseddîn hazretleriyle karşılaşınca, rüyâsını anlattı. Şeyh Akşemseddîn bunu hoş karşılayıp, kabz hâli olunca böyle yapmasını tavsiye etti. Bundan sonra İbrahim Tennurî, yetiştirdiği talebeler kabz hâline girdiklerinde, sıcak tandır üzerine oturtur, çok su içirmekle onu iyice terletirdi. Bu usûlle bast hâline döndürüp irşâd ederdi. Bu yüzden Tennûrî diye meşhûr oldu.
Bayramiye Tarikatı’nın Halîfesi olan bu büyük zat, vefatına kadar kendisine intisap edenleri bu usulle irşada devam etmiş ve nihayet 887 H./1482 M. yılının güz mevsiminde bir Perşembe gecesi Kayseri’de vefat etmişlerdir. Mezarı; Emir Sultan -Şimdi Cumhuriyet- Mahallesi’nde Tennurî’nin kendisi tarafindan yaptırılan Şeyh Camîsi’nin batı bitişiğindedir.
İbrahim Tennuri Hazretlerinin Silsile-i Şerifi
1- Hz. Muhammed ( s.a.v.)
2- Hz. Ali ( r.a.)
3- Hasan Basri
4- Habib-i acemi
5- Davud Tai
6- Maruf-u Kerhi
7- Seriyy Sakati
8- Cüneyd Bağdadi
9- Mimşad Dineveri
10- Ahmed Dineveri
11- Muhammed Bekri
12- Vecihüddin El Kazi
13- Ebu Necib sühreverdi
14- Rukneddin Mahmud Secasi
15- Kutbüddin Ebheri
16- Şihabuddin Tebrizi
17- Cemalüddin Tebrizi
18- İbrahim Zahid Geylani
19- Sefiyüddin Erdebili
20- Sadruddin Erdebili
21- Hoca Alaüddin Ali Erdebeli
22- Somuncu Baba
23- Hacı Bayram Veli
24- Akşemseddin
25- Şeyh İbrahim Tennuri
İbrahim Tennuri Hazretlerinin Eserleri
1- Gülzar veya Gülzar-ı Manevi ( Bu eser, 5140 beyitlik bir mesnevîdir. Eserde fıkıhla tasavvuf mezcedilerek anlatılmıştır. Fıkıh kitaplarındaki tertip üzere tertip edilmiştir. Meselelerin fıkhi yönü anlatıldıktan sonra tasavvufi yönüne geçilmiştir. Bu şekilde tertiplenen ilk eser diyebiliriz. Eseri 15 Safer 857 H./25 Şubat 1453 M. tarihinde tamamlıyarak Fatih Sultan Mehmed Han’a ithaf ve takdim etmiş, padişahın birçok ihsan ve iltifatlarına nail olmuştur. İbrahim Tennuri Hz.lerinin bu eseri hazırlarken Aşık Paşa İle Mevlana Celaleddîn-i Rumî‘nin tesirinde kaldığı tahmin edilmektedir.
2- Gülşen-i Niyaz veya Divan-ı İbrahim Tennuri (Gülzar-ı Manevî baştan sona bir mesnevî tarzında yazılmış olduğu halde Gülşen-i Niyaz’da bu üslup terkedilerek Münacat, Mîraciyye, Na’t, Hikaye, Destan, Kaside, Gazel, Tercî-i bend ve Rubailer gibi nazım şekilleri olmak üzere dîvan edebiyatının hemen hemen bütün türlerinden örnekler verilmiştir. 2500 beyit civarında olan bu dîvan Ali Rıza Karabulut tarafından latin harflerine çevrilerek 1983 yılında Kayseri Müze Müdürlüğü tarafından bastırılmıştır.
Şeyh İbrahim Tennuri Hazretlerinin halifeleri
1- Muhammed Hamdullah İbn Şeyh Akşemseddin ( Ak Şemseddin hazretlerinin en küçük oğlu
2- Şeyh Muhyiddin Yavsi
3- Şeyh Kasım ( İbrahim Tennuri hazretlerinin oğludur . Babasının vefatından sonra halife olmuş ve Küdus’de vefat etmiştir.)
4- Şeyh Lutfullah ( İbrahim Tennuri hazrtelerinin oğludur. Ağabeyinden sonra postnişin olmuş ve 1508 yılında Kayseri’de vefat etmiştir. Kabri şerifi Babasının hemen yanındadır.)
5- Şeyh Ali Sultan ( İbrahim Tennuri hazretlerinin oğludur. Ağabeyinden sonra halife olmuş ve 1515 de Kayseri’de vefat etmiştir. Kabri şerifi babasının heme yanındadır.)
Şeyh İbrahim Tennûrî Türbesi
Altıgen plânlı ve tek katlı olup, üzeri içten kubbe, dıştan altıgen külahla örtülüdür. Kayseri’de örnekleri çok görülen klâsik Selçuklu kümbetleri benzeridir. Kümbetin alt kısmında 3, üst bölümünde 4 pencere bulunmaktadır. Kuzeye bakan kapısı bugün pencere haline getirilmiş olup etrafı kitabeyi de içine alacak şekilde çerçevelenmiştir. Kapı üzerinde bulunan kitabenin soluna sekizgen, sağına altıgen yıldız oyulmuş olup, bu oyuklar içine yerleştirildiği anlaşılan çini veya renkli taşlar dökülerek yerleri boş kalmıştır. Türbe genel olarak tezyinâtsız ve sade olup külah saçağı altında bir kaval silme dolaşmaktadır.
Selçuklu tipi türbelerden Osmanlı tipi türbelere geçişin ilk örneklerinden olan İbrahim Tennûrî Türbesi’nin etrafı önceleri mezarlık iken sonradan kaldırılarak, yeri cami ve türbeye bahçe olarak bırakılmıştır. Türbede üç sanduka bulunmaktadır. Bunlardan birincisi; Şeyh İbrahim Tennûrî Hz.lerinin, ikincisi; oğlu ve halifesi Şeyh Lütfûllah, üçüncüsünün de; yine onun oğlu ve halifesi Ali Sultanın olduğu söylenmekte ve Kuyûd-ı Umûmî mevcut Kayseri’deki yatırlar listesi de bunu doğrulamaktadır.
Türbenin iç duvarlarındaki tek satırlık bir yazı kuşağında Besmele’den sonra; “Elâ inne evliyaallahi lâ havfün aleyhim.. .Ahsenehû ülâikellezine hedâhümullah ve ülâike hüm ülü’lel-bâb.” âyetleri yazılıdır. Türbenin, İbrahim Tennûrî Hz.lerinin halifesi, İskilipli Şeyh Yavsî’nin Sultan Bâyezid’e tavsiyesi üzerine yaptırıldığı rivayet ediliyor. Çünkü Sultan Bâyezid Şeyh Yavsî’nin mürî-di olmuştur. Böyle olunca İbrahim Tennûrî Hz.leri Sultan Bâyezid’in hocası olmaktadır. İbrahim Tennûrî’nin vefatı H.887 olduğuna göre; türbe ölümünden iki yıl sonra yapılmıştır.
Kaynak
Seyyid Burhaneddin hz’leri ve Kayseri İlim tarihindeki Meşhur Mutasavvıflar ; Ali Rıza Karabulut ;Seyyid Burhaneddin Vakfı Yayınları, 1994
Kayseri’nin Manevi Mimarları ; Muhsin İlyas Subaşı ; Türkiye Diyanet Vakfı ; 1995
Gönül dünyamızı Aydınlatanlar ; Mehmet Demirci ; Vefa Yayınları