İzmir- Konak ilçesi Namazgah semtinde, Emir Sultan Türbesi’nin yaklaşık 50 metre kuzeybatısında, 956 sokakta yer almaktadır.
İplikçi İsmail Dede adıyla anılan kişinin kimliği hakkında herhangi bir bilgiye rastlayamadık.. Yapının güneydoğu cephesinin önünde yer alan küçük haziredeki mezar taşı kitabeleri dışında inşa ya da onarım tarihi veren bir kitabe de yoktur. Mezar taşı kitabelerinden en eskisi 1129/1716–17 tarihlidir ve Feyzullah Efendi adlı bir kişiye aittir. Hazirelerin genellikle cami, medrese gibi bir mimari kuruluşun çevresinde oluştuğu göz önüne alındığında, türbe söz konusu mezar taşından daha önce inşa edilmiş olmalıdır. Bugünkü mimari özellikleri, inşa tarihi hakkında kesin bilgiler vermekten uzaktır. Türbenin en yakın benzeri yaklaşık 200 metre doğusunda bulunan Emir Sultan Türbesi’dir. İplikçi İsmail Dede Türbesi, Emir Sultan Türbesi’nin adeta küçültülmüş bir kopyası gibidir. Gerek malzeme kullanımı gerekse diğer mimari özellikleri açısından benzer olan bu iki yapının birbirine yakın tarihlerde inşa edilmiş ya da bugünkü şeklini almış olabileceği söylenebilir. Emir Sultan Türbesi’nin 1882-83 yılında, köklü bir onarım geçirerek bugünkü şeklini aldığı bilindiğine göre, İplikçi İsmail Dede Türbesi’nin ondan ve haziredeki mezar taşı üzerinde yazan 1716-17 yılından bir süre önce, muhtemelen 18.yy. başlarında inşa edilmiş olabileceği söylenebilir.
Türbenin doğu cephesi önünde yer alan küçük hazirede, çoğu büyük oranda toprağa gömülmüş olan sekiz mezar taşı vardır. Hazire, bir giriş ve bir penceresi bulunan yüksek bir duvarla çevrelenmiştir.
Türbe duvarları, kasnak ve kubbe yakın zamanda çimentolu harçla içte ve dışta sıvanmıştır. Yer yer dökülen sıvalar arasından, duvarların devşirme bloklar ve kırma taşlarla inşa edildiği görülebilmektedir.
Türbe, ortasında fıskiye havuzu bulunan avlunun etrafında sıralanmış bir mescit ve çaşitli mekanlardan oluşan bir mimari kuruluşun parçasıdır. Bugün bir harabeye dönüşmüş durumdaki yapıların, zaviye/tekke/dergah türü bir örgütlenmeye hizmet eden bir kuruluşa ait olup olmadığının tespiti mümkün olmamıştır. Avlu etrafındaki mekanların mimari özellikleri yakın zamanda eklendiği izlenimi uyandırmaktadır. Türbenin güney duvarı ile mescidin bu cepheye bakan duvarı arasındaki bitişme çizgisi açık olarak izlenebilmektedir. Bu durum, mescit gibi diğer yapıların da sonradan inşa edildiği fikrini doğrulamaktadır. Kare planlı türbenin üzeri, yaklaşık 50 cm. yüksekliğinde sekizgen bir kasnağa oturan, yarım küre şekilli bir kubbe ile örtülüdür . Kubbenin dış yüzeyi alaturka kiremitlerle kaplanmıştır. Gövde üst hizasında yer alan saçak tamamen yok olmuş, kasnak ile kubbe arasındaki, tek sıra tuğla ile oluşturulmuş kirpi saçak ise büyük ölçüde tahrip olmuştur. Doğu cephede, hazireyi çevreleyen yüksek duvarın güney yüzü üzerinde hazireye girişi sağlayan taş söveli, yuvarlak kemerli bir giriş açıklığı yer almaktadır. Çevre sakinleri bu kısımda, vaktiyle bir çeşme olduğunu, çeşme aynasının tahrip olmasından sonra ortaya çıkan kemerli açıklığın hazireye girişi sağlayan bir kapıya dönüştürüldüğünü belirtmektedir. Nitekim, bir insanın ancak eğilerek geçebileceği oldukça küçük boyutlu olan bu açıklık, çeşme aynasının yerleştirilebileceği bir niş için uygundur. Ayrıca, kemer ayaklarının iki yanında testi sekileri halen görülebilmekte, Kuzey cephenin güney ucuna yerleştirilen türbe girişi dikdörtgen şekilli basit bir açıklıktan ibarettir . Türbe bugün , biri güney, diğeri ise kuzey cephe üzerinde yer alan, dikdörtgen şekilli, basit iki pencere açıklığından ışık almaktadır. Üzeri pandantif geçişli bir kubbe ile örtülü olan türbenin, dışta olduğu gibi içte de duvarları sıvalıdır. Mahalle halkının verdiği bilgilere göre 1970’li yıllarda, içeride yer alan sanduka kaldırılmış ve kubbe içten ahşap bir tavanla kapatılarak bir konuta dönüştürülmüştür. Türbe içindeki nişler bu dönemde yapılan uygulamanın ürünüdür. Bugün, türbe ve çevresindeki diğer yapılar harabe halindedir . Kübik bir gövde üzerine oturan bir kubbe ile örtülü İplikçi İsmail Dede Türbesi’ne benzer türbe örneklerine, Anadolu’da, Selçuklular döneminden başlayarak 20. yüzyıl başlarına kadar her dönemde rastlanmaktadır. Ancak, kubbe ile gövde arasında yer alan bir kasnağa sahip türbeler, XIV. yüzyıldan itibaren yaygınlaşmaya