‘‘Ashabım Yıldızlar gibidir…”
” Allahım, beni korumak için sabaha kadar uykusuz kalan Ebu Eyyüb’u sen de dünya ve ahirette muhafaza buyur.”
” Ashabımın her biri, vefat ettiği belde halkı için kıyamet günü önder ve nur olarak diriltecektir.”
Peygamber Efendimiz, “Ashabımın her biri, vefat ettiği belde halkı için kıyamet günü önder ve nur olarak diriltilecektir” buyurarak onları, doğdukları bölgelerin değil, vefat ettikleri bölge halkının ahiret önderi olarak tanımlamaktadır. Bu hadîs-i şerifte, sahabe kabrinin bulunduğu bölge mensupları için, çok önemli uyarı ve müjdeler bulunmaktadır. Halkımızın nazarında onlar bu toprakların gerçek sahibidir. Buralara gelmeyi kolay ve sevimli kılan öncülerdir. Ahiret günü kendileri için önder olarak diriltilecek kutlu rehberlerdir. Farklı coğrafyalarda doğdular, İstanbul’da şehit oldular. Asırlardır buradalar, yanımızda, yanı başımızda, Ne sıcak, ne güven veren, insanı rahatlatan bir duygu; var olduklarını bilmek ve hissetmek. Doğdukları yerlerde bir ömür bile kalamayan bu “ahiret önderlerimiz”, yüzyıllardan beri, sosyal ve tarihi kimliğimizin yapıcı unsuru, sosyal hayatımızın en etkili merkezleri olmuşlardır. Merhum Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver bu tesiri şu cümlesıyle ifade etmektedir: “Bunlar İstanbul’un inzibatında ve halkın birle dürüst muamelelerinde büyük birer manevi rol oynamıştır.“
Onlar asırlardır İstanbulludur. İstanbul’u İslamlaştırmanın ilk adımlarını atmışlardır. Onları anlamadan, geliş nedenlerini tefekkür etmeden, fethin anlaşılmasi kolay değildir. Onları tanıtmak, korumak, gelecek nesillere taşımak bir vefa görev olduğu kadar, dini ve milli bir misyondur. Bu topraklarda yaşayanların ruh ve gönül yapılarının oluşumunda onların derin tesirleri olduğu/olacağı muhakkaktır.
Peygamber Efendimiz’in iltifat ettiği Hz. Abdullah b. Ömer, Hz. Abdullah b. Abbas, Hz. Abdullah b. Zübeyr, Hz. Fedale b. Ubeyd gibi tanınmış sahabeler İstanbul’un fethi
seferlerine iştirak etmiş, istanbul önlerine gelmişlerdir. Hatta, İbnü’l-Kesir ve İbni Asakir gibi ünlü İslamtarihçileri Hz. Hüseyin’in de bu seferlere katıldığını belirtmektedir. Bazı kaynaklarda, çok sayıda sahabenin sefere iştirak ettiği ve sur önlerindeki çatışmalarda yüzlercesinin belki de binlercesinin şehit olduğu, vaktiyle sadece Toklu Dede Haziresi’ne ( Ayvansaray’daki Hz. Ebu Şeybe El Hudri – Hz. Kab (r.a.) ve Hz. Hamdullah El Ensari ‘nin kabirlerinin bulunduğu yer.) 1000’den fazla sahabenin defnedildiği kaydedilmektedir. Bu katılımlar. Peygamber Efendimiz’in ve arkadaşlarının İstanbul’un fethine ne kadar önem verdiğinin ve Müslümanlar için bu şehrin fethinin ne kadar önemli olduğunun ifadesidir. Bu sebeple bu türbe ve makamlar çok değerlidir ve hala ne yazıkki gerektiği kadar araştırılmamıştır.
İstanbul’da medfun bulunan Sahabelerin kabir ve makamlarıyla ilgili yapılan çalışmada ; Bazı türbe sahipleri hakkında yeterli bilgi bulunamamıştır. Adına türbe yapılan bazı sahabenin de İstanbul’a gelmedikleri ve burada vefat etmedikleri tespit edilmiştir.Bu durum sahabe kabir/makamlarıyla ilgili farklı yorumlara neden olmaktadır. Adına türbe yapılmasına rağmen o isimde bir sahabe olmadığı ya da, ismine makam yapılanların İstanbul’a hiç gelmediği gibi kesin iddialarda bulunmak yerine, ihtiyatlı bir tavır takınmak daha makul görünmektedir. İsim benzerlikleri, zaman içinde isimlerde değişiklik olabileceği,bütün kaynakların günümüze ulaşmadığı, ulaşanların tamamen incelenmediği, henüz on binlerce sahabenin hayatının ayrıntılarına, hatta bir kısmının isimlerine bile vakıf olunamadığı, İstanbul’a gelen sahabelerin bile tespit edilmediği gibi hususlar dikkate alınmalıdır. Mesela, Hz. Cabir makamıyla ilgili değerlendirmelerde, umumiyetle, meşhur ‘sahabe Cabir b. Abdullah hazretlerinin, bazen de Cabir b. Semüre hazretlerinin hayatı esas alınmaktadır. Halbuki, Cabir isminde 14 sahabe vardır ve bunlardan üçünün ismi Cabir b. Abdullah olup hayatları hakkında da bilgi bulunmamaktadır. Bu makamın ismi de Hz. Cabir b. Abdullah değil, Hz. Cabir makamıdır. Diğer sahabelerin hayatları hakkında bilgi bulunduğu takdirde, belki de, Hz. Cabir makamıyla ilgili daha farklı sonuçlar ortaya çıkabilecektir.
İstanbul ilk kuşatmadan yaklaşık 785 sene sonra İslam toprağına dönüşmüştür. Hıristiyan Bizans halkı, kabir/makamlarla ilgili bilgilerini nesilden nesile aktarırken bu isimlerin değişmiş olabileceği, bu yüzden haklarında bilgi bulunamaması da muhtemeldir. Bu değişikliklerin tespiti durumunda da farklı neticelere ulaşmak mümkün olabilecektir.
Bu türbelerin neden/nasıl ortaya çıktığı, niçin bu isimler adına yapıldığı, Osmanlı halkının ve ulemasının niçin bu kabir/makamları öne çıkardığı, kuşatmaya katılan sahabe adına değil de, katılmadığı tarihen sabit olan meşhur sahabe adına makamlar yapıldığıdır. Devrin ulemasının bizim ulaşamadığımız bazı kaynaklara vukufıyeti bu işte etkili olmuş mudur? Bu yaklaşımlarda, fetihten sonra Hıristiyan Bizans halkının, mezar yerleri hakkında , atalarından kendilerine ulaşan bilgileri Müslümanlara aktarmaları müessir midir? Sahabe kabir/makamlanmn sözlü tarih kaynağının olması da mümkündür. Mesela, Halid b. Zeyd Ebü Eyyüb el-Ensarî hazretlerinin mezarının keşfi anlatılırken, kaynaklar buraya Hıristiyanların da önem verdiğini nakletmektedir. Benzeri durum aynı boyutta olmasa bile diğer kabirler için de geçerli olamaz mı? Bilindiği gibi, tarih araştırmalarmda, halk arasındaki inanışlar ve rivayetler.de, kaynak eksikliği durumunda dikkate alınmaktadır. Bu metodu sahabe kabir/makamlan için kullanmak yanlış değildir.
Bu türbelerden bazıları daha Fatih Sultan Mehmed döneminde yapılmıştır. Bir kısmına II. Bayezid dönemi vakıflarından gelir tahsis edilmiştir. Devrin sultanları, şeyhülislamları, velîleri, devlet adamları, düşünürleri buraların korunması için özel alaka göstermiş, bu türbelerin etrafına defnedilmelerini vasiyet etmiştir. Bu yaklaşımlar, bizim buralara nasıl bakmamız gerektiğini de ortaya koymaktadır. Maksadımız, bir “fikri sabit” ispat değildir. Bazı ihtimalleri de dikkate alarak düşünülmesini sağlamaya katkıda bulunmaktır.
İstanbul’da sahabe kabir/makamlarmın hepsi günümüze ulaşmamıştır. Mesela, Üsküdar Dereboyu’nda (veya Dere Karyesi) Abdulvehhap isminde bir sahabe kabrinden bahsedilmektedir. Tarihçi Ahmed Rifat, Sünbül Efendi Dergahı’nda Hz. Hüseyin makamından söz etmektedir. Bir buçuk asır önce bulunan bir kitabede, bir zamanlar, Kasımpaşa’da yeni havuzun (Havz-ı cedîd) arkasında ashab-ı kiram’ın makam-ı şerifleri olduğu ifade edilmektedir: “İşbu mahalde vaki mescid-i şerif derünunda Emevî Devleti tarafından Kostantiniye gazası için Mesleme hazretleri maiyyetiyle teşrif eden ashab-ı güzîn ve tabiîni hazretlerinin bazıları da harap kalmışlardır. Der-i Aliyye’ye teşrifleri sene hicrî 64, miladî 683.” Bu ve benzeri kayıtlardan günümüze ulaşmayan sahabe makam/kabirlerinin bulunduğu anlaşılmaktadır.
Yakın tarihimizin iki döneminde sahabe kabir/makamlarının onarımlarına resmi düzeyde önem verilmiştir. Birincisi, Sultan II. Mahmud devridir. İkinci resmi onarım çalısması da 1994’ten sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafmdan yapılmıştır. Bu türbelere halk yakın alaka göstermiştir. Gönüllü etkinlikler olmasa, bu türbelerin büyük çoğunluğu, sokak aralarındaki tarihi eserlerin akibetinden kurtulamazdı. Ancak, korumak maksadıyla bilinçsiz müdahaleler de ciddi tahribatlara neden olmuştur.
Gelişigüzel boyanıp tamir edildiklerinden, türbelerin hem estetik, hem de tarihi özellikleri gün geçtikçe kaybolmaktadır. İç tefrişatları, sandukalar üzerine yerleştirilen eşyalar, bir ilginin ürünü olmakla birlikte, tarihi bilinçsizlik ve ilgisizliğin yansıması olarak değerlendirilebilir. Türbelerin büyük bir kısmına, sahabe komşusu hane sahiplerinin ziline basılarak, onlardan anahtar temin edilerek girilebilmesi ciddi bir eksikliktir. Bu eksikliği tamamlayan en önemli problemlerden birisi de, aynı haziredeki sahabe isimlerinin kanştırılması, çoğunda doğru dürüst tanıtıcı bir levhanın bulunmamasıdır.
İyi niyetli girişimler elbette her türlü takdire değer faaliyetlerdir.Sahabe türbeleri, ciddi bir program dahilinde düzenlenmeyi, korunmayı ve ziyarete açılmayı hak eden önemli mekanlardır. Bu her şeyden önce Sevgili Peygamberimiz ve onun kutlu arkadaş larına bir vefa borcudur. Merhum Ünver’in dediği gibi, “Buraların böyle perişan bırakılmasına karşı kayıtsız kalmak adeta bir insanın babasmı inkar ve ona hürmet etmemesi gibi bir his yaratmaktadır.”
Sahabeyi görüp. Peygamber Efendimiz’i göremedikleri için “tabiîn” olarak isimlendirdiğimiz büyük şahsiyetler de İstanbul seferlerine katılmış ve burada şehit olmuşlardır. Az da olsa, bunların bazıları adina kabir/makam yapılmıştır. Hz. Süfyan b. Uyeyne ile Hz. Kerîmeteyn, adına kabir/makam yapılan tabiîndendir. Fakat bunlar da bazı eserlerde ve sahabe listelerinde sahabeyle karıştırılmaktadır.
Kaynak ;
İstanbullu Sahabeler , Necdet Yılmaz ve Çoşkun Yılmaz , Bilge Kitab ,2013