Ankara – kızılcahamam – taşlıçay köyü
Ankara ve çevresinin Müslüman-Türklere yurt olması için öncülük eden fütüvvet ehli veliyyelerdendir. Anadolu Selçukluları zamanında yaşadığı bilinir. İslam aleminde “Diyar-ı Rum” olarak bilinen Anadolu’nun isim anasıdır. Günümüze kadar intikal eden bu yaşanmış olay şöyledir:
Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat ( 1220-1237) sıcak bir yaz günü ordusuyla Yabanabad (Kızılcahamam) kazasına bağlı Taşlı Şeyhler köyünde konaklar. Köy Horasan Erenleri veya Gaziyan-ı Rum’un merkezlerinden biridir. Ancak onlar gazaya çıktıklarından köyde Bacıyan-ı Rum (Rum Bacıları) temsilcilerinden “Kırmızı Ebe” (Kırgız Ebe) adında bir kadın eren vardır.
Koca Sultan’ın ordusunu ağırlamak, zaten uzun yıllardır Bizans Hıristiyanlar ile savaştıklarından, fakr-u zaruret içinde bulunan köylüler için kolay değildir. Onları “nasıl ağırlayacakları telaşı” almışken, sırtında yetim yavrusu Oruç sarılı olduğu halde Kırmızı Ebe elinde bir helke (bakraç) ayranla çıkagelir. Kocası gazalarda şehit olan bu cefakar nur yüzlü ananın içinden, “hem yetim yavrusuna babasının gaza arkadaşlarını göstermek, hem de onların içlerini soğuk bir ayranla da olsa serinletmek gibi karışık duygular geçmiştir.
“Çam sakızı çoban armağanı” kabilinden, meşelerin arasındaki konaklama yerinde bulunan küçük bir taş oluğa elindeki bakraç ayranı döker ve başına oturur. Ordunun bütün neferleri sırayla gelip hem içerler hem de mataralarını doldururlar , fakat bir barkaç ayran koca orduya yeter de artar bile.
Dedik ya bu ana, sıradan birisi değildir. Bacıyan-ı Rum‘dan gönül ehlinden, tasavvuf ehlindendir. Bu olayda. Allah ona, “keramet” dediğimiz olağanüstü ihsan eder.
Askerler ayranı içerken ve mataralarını doldururken Kırmızı Ebe ile aralarında devamlı şu ikili konuşma geçer:
–Doldurun gazilerim!
–Doldur ana!
–Doldurun yavrularım!
–“Ana dolu!”
ihtiyar ananın oluğunu daima dolu gören askerler “Ana dolu” diyerek buz gibi ayranla Ağustosun kavurucu sıcağında serinlerler. Bu esnada askerlerin içini bir de şu duygu ve düşünce kaplamıştır: “Bu ülke, askerine sahip çıkacak, onu her yerde bir bakraç ayranıyla da olsa serinletecek ve Allah yolunda gazaya hazırlayacak “Analarladolu”,
Derler ki, işte o günden sonra bu topraklara “Anadolu” dene gelmiştir. Bütün bir orduya bir bakraç ayranın yetmesini otağından şaşkınlıkla seyreden Sultan Alaaddin, bu kutlu anayı hürmetle huzuruna davet eder. Kadının yüzündeki nur, taşıdığı heybe ve vakar, karşısındakini etkileyecek kadar muhteşemdir. Sultan sıradan bir durumla karşı karşıya olmadığının farkındadır. Kırmızı Ebe ile arasında şu konuşma geçer:
-Dile benden ne dilersen Ebe!
-Sağlığını dilerim Sultanım, Allah sizi başımızdan eksik etmesin!
Bu asil cevap karşısında irkilen, iyice duygulanan Alaaddin Keykubat, ısrarla teklifini tekrarlar. Bu ısrar karşısında Kırmızı Ebe şöyle der:
-Sultanım! Şu kucağımdaki yetim yavrum Oruç için biraz yiyecek ve büyüdüğünde babası gibi kafire karşı gaza yapması için ona hayır duanızı dilerim. ·
Bunun üzerine Sultan;
-Bu topraklar sana ve oğluna yurtluk ve ocaklık ola; buraya atlılar (vergi tahsildarları) uğramaya diye ferman buyurup Kırmızı Ebe’ye bir berat verir.
Bu fermana uygun olarak Taşlı Şeyhler köyü, Oruç Gazi’ye vakfedilmiş olur. Halk arasında Kırmızı Ebe olarak bilinen bu ermiş ananın sonradan yapılmış türbesi, Taşlıca köyünden Balcılar köyüne giden yol üzerindedir. Kırmızı Ebe’nin tarihi “Ayrantaşı” da korumaya alınmış ve Taşlıca Köyü yakınındadır.
Kaynak ; Manevi Mimarlarıyla Ankara , Abdülkerim Erdoğan , Ankara Büyükşehir Belediyesi Yayınları