İstanbul – Zeytinburnu Merkez Efendi camii yanında
Osmanlılar zamanında İstanbul’da yetişen evliyânın büyüklerinden. İsmi, Mûsâ olup, Merkez Muslihuddîn lakabıyla meşhur oldu. 1463 (H. 868) yılında Denizli’nin Buldan ilçesine bağlı Sarımahmûdlu köyünde doğdu. Uşak’ta doğduğunu iddia edenler de vardır. Hatvetiyye yoluna mensûb, Sünbül Sinân hazretlerinin yanında yetişti. 1552 (H. 959) yılında İstanbul’da vefât etti. Cenaze namazını “Dünyâda bu kimseyi riyasız olarak görmüştük” buyuran şeyhülislâm Ebüssü’ûd Efendi kıldırdı. Nâşı büyük bir kalabalık tarafından uzun bir süre omuzlarda taşınıp, Topkapı surlarının dışında kendi yaptırdığı câminin türbesine defnedildi.
Merkez Efendi küçük yaşta memleketinde yaptığı ilk medrese tahsilinden sonra, Bursa ve İstanbul’daki medreselerde okudu. Ahmed Paşanın derslerinde bulundu. Tefsir, hadîs, fıkıh ve tıb ilminde yetişti. Kâdı Beydâvî tefsirinin büyük bir kısmını ezberledi. Medrese tahsîli esnasında tekkelere gidip, oradaki âlimlerin sohbetlerine de katılarak feyz ve bereketlere kavuştu. Otuz yaşına geldiğinde medrese tahsilini tamamlayıp çevresinde sayılan büyük bir âlim oldu. Şeyhülislâm Ebüssü’ûd Efendi’nin hürmet ve muhabbetini kazandı. 1512 (H. 911-912) târihinde Bursa’ya, sonra Karaman veya Amasyaya gitti. Tekrar İstanbul’a döndüğünde Etyemez Şeyhi’nin kızı ile evlendi.
Bu arada, Koca Mustafa Paşa’daki bir tekkede şeyhlik yapan Sünbül Sinân hazretlerinin, şöhretini işiten Merkez Efendi, bâzı kimselerin onun hakkında yaptıkları dedikodular sebebiyle, bir türlü gidip, onun sohbetine katılamamıştı. Bir gün rüyasında Sünbül Efendi’nin, kendi evine geldiğini gördü. Sünbül Efendi’yi içeri almamak için hanımı ile kapının arkasına pek çok eşya dayadılar ve üzerine oturdular. Fakat Sünbül Efendi kapıyı zorlayınca, kapı arkasına kadar açıldı ve onlar da yere yuvarlandılar. Bu sırada uyanan Merkez Efendi, yaptığı hatâyı anladı ve sabahleyin Sünbül Sinân hazretlerinin huzuruna gitmeye karar verdi. Sünbül Sinân’ın câmisine gidip, vâz ettiği kürsînin arkasına, o görmeden oturdu. Sünbül Sinân hazretleri, vâz esnasında Tâhâ sûresinin bâzı âyet-i kerîmelerini tefsire başladı. Tefsirden sonra; “Ey cemâat! Bu tefsirimi siz anladınız. Hattâ, Merkez Efendi de anladı” buyurdu. Sonra aynı âyet-i kerîmeleri daha yüksek mânâlar vererek tefsîr ettikten sonra tekrar; “Ey cemâat; Bu tefsirimi siz anlamadınız, Merkez efendi de anlamadı” buyurdu. Merkez Efendi, hakîkaten ikinci defa anlatılanlardan bir şey anlamamıştı. Sünbül Sinân hazretleri, o gün Tâhâ sûresini yedi türlü tefsîr etti. Merkez Efendi’nin kürsî arkasında olduğunu, zahiren görmediği hâlde anlamıştı.
Vâz bitti, namaz kılındı, herkes câmiden çıktı. Sâdece Sünbül Efendi kalınca; Merkez Efendi huzura varıp elini öptükten sonra af diledi. Sünbül Efendi de: “Ey Muslihuddîn Mûsâ Efendi! Biz seni genç ve kuvvetli biri sanırdık. Meğer sen ve hanımın çok yaşlanmışsınız. Akşam bizi kapıdan içeri sokmamak için gösterdiğiniz gayrete ne dersiniz? Fakat, neticede kapı açıldı ve ikiniz de yere yuvarlandınız!” diye buyurunca, Merkez efendi iyice şaşırdı. Pek çok özürler dileyerek ağlamaya başladı, affına sığınıp talebeliğe kabul edilmesi isteğinde bulundu. Sünbül Efendi de kendisini kabul ettiğini, dergâhta hizmete başlamasını söyledi.
Bundan sonra Merkez Efendi, her gün Sünbül Sinân’ın dergâhına gelip ondan ders almaya ve hizmete başladı. Sünbül Efendi’nin sohbetleri ile yetişip evliyâlık makamlarına yükseldi. İcazet (diploma) aldı. Daha sonra İstanbuI-Aksaray’da Kovacı Dede dergâhında talebe yetiştirmeye başladı. Çok kerâmetleri görüldü.
Merkez Efendi, hocası Sünbül Sinân’ın kızı Rahîme Hâtûn ile evlenmek isteği olduğunu bildirince, Sünbül Efendi; “Bir deve yükü altın getirebilirseniz kızımızı veririz” dedi. Merkez Efendi, bir devenin üzerine iki çuval toprak doldurdu. Devenin yularını çekerek Sünbül Efendi’nin kapısına getirdi. Çuvalları kapıda boşalttığında, çuvaldan toprak yerine çil çil altınlar döküldü. Sünbül Efendi ve çocukları, altınlara dönüp bakmadılar bile. Fakat hocası, Merkez Efendi’ye; “Ey Mûsâ Efendi! Maksadımız altın değildi. Evdekilerin de derecenizin yüksekliğini anlamalarıydı. İmtihanı kazandın” buyurdu. Sünbül Efendi, çok sevdiği kızı Rahîme Hâtun’u, yine çok sevdiği talebesi Merkez Efendi’ye nikâh etti ve evlendirdi.
Yavuz Sultan Selîm Han’ın kızı Şâh Sultan, zevci sadrâzam Lütfî Paşa ile Yanya’dan İstanbul’a gelirken, yolda eşkıyanın baskınına uğradılar. Bu kötü durumdan nasıl kurtulacaklarını düşünürlerken, o anda Allahü teâlânın izni ile, zamanın evliyâsından Merkez Efendi orada görünüverdi. Önceden orada olmadığı hâlde, bir anda karşılarında Merkez Efendi’yi gören şakîler, şaşkına döndüler. Haydutların reîsi, Merkez Efendi’nin heybeti karşısında selâmeti kaçmakta bulunca, diğerleri de kaçarak orayı terketti. Eşkıyanın orayı terk etmesiyle, Merkez Efendi de bir anda oradan kayboldu. Bu hâli hayretle seyreden Lütfî Paşa ve zevcesi Şâh Sultan, Merkez Efendi’yi tanımışlardı. Şâh Sultan, Merkez Efendi’nin bu kerâmetinden dolayı, İstanbul’da Eyyûb Bahariye’de onun adına bir câmi ve yanına medrese yaptırdı. Merkez Efendi buraya tâyin edildi. Bir müddet orada talebe yetiştiren Merkez Efendi’ye Kanunî Sultan Süleymân Han, Topkapı surlarının dışında yaptırdığı tekkede vazîfe verdi. Orada da talebe yetiştiren Merkez Efendi, Kânûnî Sultan Süleymân Han’ın annesinin isteği ve Sünbül Efendi’nin tenbîhi üzerine Manisa’ya gitti. Vâlide Sultan’ın Manisa’da yaptırdığı imâretin yanındaki dergâhta hocalık yaptı. Tıb bilgisi kuvvetli olan Merkez Efendi, Manisa’da bulunduğu sırada kırk bir çeşit baharattan meydana gelen bir mâcûn yaptı. Hastalar, bu mâcûnu yiyerek şifâ bulurdu. İlkbaharda yetişen çiçeklerden de istifâde edilerek yapılan bu mâcûnu almak için, çevre kasabalardan gelirlerdi. Mesîr mâcûnu diye şöhret bulan bu mâcûn, şimdi dahî yapılmaktadır.
Merkez Efendi, talebelerini iyi yetiştirmek için çok gayret gösterirdi. Talebelerine zahirî ilimleri öğrettiği gibi, nefslerini terbiye etmek için riyazet ve mücâhedeler yaptırırdı. Çocuklara karşı çok şefkatli idi. Cebinde şeker, yemiş gibi şeyler bulundurur, çocukları gördüğü yerde dağıtarak onları sevindirirdi. Çocuklara buyururdu ki; “Benim için hayır duâ ediniz. Siz günahsız masumsunuz. Sizin duâlarınızı cenâb-ı Hak kabul eder. Bu yüzü kara, sakalı ak ihtiyar için duâ ediniz ki, kıyamette yüzü ak olsun.” Çocuklar duâ edince de; “Yâ Rabbî! Bu masumların duâlarını redeyleme” diye Allahü teâlâya yalvarırdı. Bütün hayvanlara karşı da çok merhametli idi. Merkebe suyunu verir, tavuklara yem atardı.
Merkez Efendi, bulûğ çağına geldiği günden, ömrünün sonuna kadar, hiç cemâatsiz namaz kılmamıştır. Eğer öğle ve yatsı namazlarında cemâate yetişememiş ise, namazını kılmış olanlardan bir kaç kimseye; “Hayâtımda hiç cemâatsiz farz namaz kılmadım. İmâm olayım da sizlerle namaz kılalım. Aynı namazı tekrar kılmanın zararı olmaz. Sonra kıldığınız nafile olur” buyururdu.
Bir tarafa giderken, yolda bir çiftçiyi tarlasında çalışırken görse, yanına varır ve; “îmânı bilir misin? Namazın farzları hakkında malûmatın var mı?” der, bilmiyorsa anlatır. “Mü’min ile kâfiri ayıran fark, namazdır” hadîs-i şerîfini naklederdi. Hayvanlara merhamet etmesini, götürebilecekleri kadar yük yüklemesini, onları aç bırakmamasını da tenbih ederdi. İşe başlarken; “Yâ Rabbî! Bütün müslümanlara faydalı olmak, çocuklarıma helâlinden rızk kazanmak için çalışıyorum” diye niyet etmesini, böyle niyet ederse, her adımına sevâb verileceğini ve günâhlarının affolunacağını, yetiştirdiği mahsûlün her bir tanesinin boşa gitmeyeceğini, hepsinin fayda sağlayacağını ve mahsûlün uşrunu vermenin farz olduğunu anlatırdı. Bu şekilde, gördüğü insanlara mesleğiyle ilgili nasihatler verirdi.
Merkez Efendi’nin ömrü; hep ibâdet etmekle, insanlara hakkı, doğruyu anlatmakla, Ehl-i sünnet itikadını yaymakla, hayr ve hasenat yapmakta halka önayak olmakla, fakir ve zayıfları himaye etmekle geçti.
Merkez Efendi, senelerce dergâhta talebelere ders vererek, onlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirdi. Zaman zaman İstanbul’un çeşitli câmilerinden halka vâz ve nasîhatlerde bulundu. Vâzında câmiler dolar taşar, boş yer kalmazdı.
NİYET KUYUSU
Merkez Efendi bir gün dergâhın bahçesinde namaz kılarken, secdeye vardığı bir sırada, yerden bir ses işitti; “Ey Merkez Efendi! Yedi senedir yer yüzüne çıkmak için emrini bekliyorum. Beni bu hapishaneden kurtar. Zîrâ Allahü teâlâ, beni, sıtma hastalığına şifâ olarak, yarattı” diyordu. Merkez Efendi namazdan sonra talebelerine; “Burayı kazınız. Sıtmalılara şifâ olacak bir su çıkacak” buyurdu. Kazdılar, kırmızımtırak bir su çıktı. Kuyu hâline getirttiler. “Niyet kuyusu” ismi verilen bu kuyudan, sıtma hastaları su alır içerlerdi. Bu suyu içen hastalar, Allahü teâlânın izniyle şifâ bulurlardı.
Kaynaklar
1) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild-14, sh. 197
2) Merkez Efendi Sempozyumu (Manisa-1989)
3) Tıbyânu Vesâil-ü-Hakâik (Harîrizâde, Süleymâniye Kütüphânesi, İbrâhim Efendi Kısmı No: 430); vr. 11, 144
4) Hadîkat-ül-Cevâmî’; cild-1, sh. 257
5) Osmanlı Müellifleri; cild-1, sh. 160
6) Seyahatnâme (Evliya Çelebi); cild-1, sh. 372
7) Şakâyık-ı nu’mâniyye Tercümesi; sh. 522
8) Sefînet-ül-evliyâ; cild- 3, sh. 268
9) Tezkire-i Halvetiyye (Yûsuf Sinân, Es’ad Efendi Kısmı No: 1372) vr. 24 b
10) Lemezât (Hulvi M.C. Üniversite Kütüphânesi T.Y. No: 1894) vr. 165 v.d.