Yunanistan – Selanik’e 50 km yakınlıktaki Vardar Yenicesinde
Emir Ahmed Buharînin mürşidi Abdullah ilahî, Germiyan [Kütahya] ilinin Simav kasabında doğdu. Künyesi ve ailesi hakkında bilgi yoktur. Doğduğu yere nispetle “Simavi nisbesinin yanı sıra “îlahî” mahlasını da kullanmıştır. Bu sebeple Molla ilahî veya Abdullah Simavî olarak tanınır, İlk eğitimini Simav’da tamamlayan Molla İlahi, zahirî ilimlerdeki bilgisini artırmak amacıyla İstanbul’a gelerek Zeyrek Medresesinde tahsiline devam etti.
Burada dönemin önde gelen alimlerinden Mevlana Ali et-Tüsîden (ö. 1482) ders okudu. İstanbul’da eğitimini sürdürürken Acem bölgesindeki alimlerle tanışma arzusu üzerine Ali et-Tüsî ile birlikte Horasana gitmek üzere yola çıktı. Kirmanda hocasıyla bir müddet daha ilim tedrisiyle meşgul olan İlahî, tasavvufa olan meyli sebebiyle sufîlerin meclislerine katılmaya başladı. Tasavvufa duyduğu ilginin artması üzerine kitaplarının kendisini bu yoldan alıkoyacağı düşüncesiyle onları odasındaki ateşte yakmayı istedi. Sonra ateşte mi yakmasının yoksa suya mı atmasının daha doğru olacağı hususunda tereddüt içinde iken odaya giren bir dervişin tavsiyesi ile kitaplarını satıp paralarını fakirlere dağıttı ve ardından Semerkant a gitti.
Semerkant’ta dönemin meşhur Nakşbendi şeyhi Ubeydullah Ahrar’ın tekkesine giderek intisab etti ve hizmetinde bulundu. Buradaki tasavvufi terbiyesi esnasında yaşadığı cezbe hali sonucu şeyhinin izniyle Buharaya giden Abdullah İlahî, Bahaüddin Nakşbend’in türbesinde bir yıl kalarak çetin bir riyazet ve mücahede içinde dokuz erbain çıkardı. Özelikle üveysi yolla Bahaüddin Nakşibend’in ruhaniyetinden istifade etti ve tasavvufi terbiyesini bu sayede tamamladı.
Buhara’dan tekrar Semerkant’a dönen Molla İlahî, Ubeydullah Ahrar’ın yanında bir müddet hizmet ettikten sonra icazet aldı ve şeyhinin işaretiyle Anadolu ya doğru yola çıktı. Yolculuğu esnasında kendisine şeyhinin müritlerinden Emir Ahmed Buhari eşlik etti. Yolda Herata uğrayarak Abdurrahman Camî ve diğer şeyhlerle görüştü. Anadolu ya ulaştığında memleketi Simava yerleşerek halkı irşad etmeye ve Nakşibendiliği yaymaya başladı. Medrese ilimlerine de olan vukufiyeti sebebiyle kısa sürede irşad halkasını genişleten Abdullah ilahînin şöhreti İstanbul’a kadar yayıldı. Fatih döneminin önemli devlet adamlarından Manisalı Kazasker Çelebi Muhyiddin’in hediyeler göndererek İstanbula davetine olumlu cevap vermeyen İlahi, bazı siyasi ve sosyal problemlerin olduğunu düşünerek payitahta gitmekten vazgeçti. Sonrasında halifesi Emir Buhari’nin ziyaret maksadıyla İstanbula gittiği görülmektedir.
İstanbul seyahatinin ardından memleketine dönen Abdullah İlahi, Fatih’in vefatından sonra (1481) Manisalı Çelebi Muhyiddinin daveti üzerine tekrar payitahta gitti. Çelebinin kendisi ve dervişler için hazırlattığı odalarda kalmak istemeyen ve verilecek olan maaşı da reddeden şeyh, metruk vaziyette bulunan Zeyrek Medresesinde ikameti tercih etti. Bu dönemde Şeyh Bedreddinin Variddatını, Keşful-varidat adıyla bir şerh kaleme aldı. İstanbul da yaklaşık dokuz yıl irşad faaliyetine devam eden Şeyh ilahi, muhib ve müridanının artması ve etrafında büyük kalabalıkların oluşması üzerine uzlette olmayı arzulayarak muhibbi olan Evronoszade Ahmed Bey in daveti üzerine, müridlerinin başına halifesi Emir Ahmed Buhari’yi bırakarak 895/1490 tarihinde Selanike 50 kilometre uzaklıkkta bulunan Vardar Yenicesine gitti.
Şeyh ilahî, bu yolculuğa, Anadolu’da arzu ettiği irşad ortamını bulamaması nedeniyle çıkmış olabilir. Vardar Yenicesi’nde Evrenoszade’nin yaptırdığı hangaha yerleşerek irşad ve daha ziyade telif çalışmalarında bulundu. Zadul-müştakin adlı Türkçe eserini bu dönemde kaleme alan Abdullah İlahî, bir yıl sonra 896/1491’de vefat etti.
Kabrinin bulunduğu yere cami ve türbe inşa edilmişse de günümüze bütün bir yapı olarak ulaşmamıştır. Tasavvuf tarihçisi Hüseyin Vassaf’ın bildirdiğine göre Zeyrek Camii’nin bitişiğindeki tekkenin pencere üstü kitabesinde, hem kendisinin hem de halifesi Emir Buharî’nin burada ikamet ettikleri yazılıdır.
Emir Ahmed Buharî, şeyhi Molla Ilahiye olan sevgisini şu sözlerle dile getirmektedir:
Bir ulu dergah-ı Haktan intisabım var benim
Hak bilir kim orada çok feth-i babım var benim
Götürür gözden hicab-ı zulmetin taliblerin
Nur verir aleme bir afitabım var benim
Ahirette nesneden gam yemezem dostlar
Dünyada onun gibi alî-cenabım var benim
Arzu eyler can u dil hizmetinde olmağı
Ol sebeptendir ki gayet ıstırabım var benim
Cümle evrakım dirüp durdum bu ilmin defterin
Şimdi harfi nakşı yok bir hoş kitabım var benim
Bir azize istinadım var benim
Ona gayet itimadım var benim
Toprağa kılsa nazar altın eder
Çok şu denli itikadım var benim
Hak bilir kim göreli bî-ihtiyar
Can u dilden inkıyadım var benim
Ben cindn u hür ile aldanmazam
Dahi özge bir muradım var benim
Uymazam aşkın yolunda zahide
Başka rey ü içtihadım var benim
Kaynak ; İstanbul’da Buharalı bir derviş – Emir Ahmed Buhari , Prof Dr. Abdurrezzak Tek , Diyanet İşleri Başkanlığı