Müfessir Alaeddin Efendi Türbesi ;Kastamonu – Merkez’de Türbe yolu sokakta yer alan türbesinde
Müfessir Alaeddin Efendi’nin hayatı hakkındaki bilgiler menkıbelerden ibarettir. Halk üzerinde o derece müessir olmuştur ki hakkındaki menkıbeleri bilmeyen hemen hemen hiç kimse yoktur. Türbesinin bulunduğu mevkie adının verilmiş olması kendisinin ebediyyen minnetle anılması anlamına gelmektedir.
Bu yüce velinin nereden ve ne zaman geldiği belli değildir. Kastamonu Müzesinde bulunan 1268/1851 tarihli Hamdi Paşa tarafından yaptırılan tamire ait kitabede onun, Belh şehrinden olduğu belirtilmiştir.
Yalova Güney Köyünde medfun bulunan Şeyh Şerafettin Hazretleri’nin beyanı veçhile; ”Bu zat aslen Buhara’lı dır. Kastamonu’yu teşrif leri şöyle olmuştur. Kendisi hacc için Mekke-i Mükerreme’de bulundukları sırada imameynden yani zamanın kutbunun sağ ve solunda bulunan iki veliden sağ cenahta bulunan veli yanına gelerek: ” Siz hacc esnasında Kastamonu’lu hacılardan bir zatın kerimesini görerek aşık olacaksınız. Aşk zehirinin zararının dokunmaması için şimdi burada evleniniz” dedi. Müfessir Alaaddin Efendi hüsnü zannı galip biri olduğundan bu veliyi tanımadığı halde emrini kabul ederek : “Ben burada garibim, kimseyi tanımam, bu işi kendim nasıl yaparım” dedi. O zat kendisine yardım sözü verdi ve sonrasında Mekke Şerifi’nin yanına giderek bir vasıta ile kayınpederi olacak Kastamonu’lu zatı huzurlarına davet ettirip kerimesini Alaeddin Efendi Hazretlerine nikah ettiler ki böylece gelecekte olması lazım olan zarar zail oldu. İşte böyle bir manevî işaret üzerine Kastamonulu bir zatın kızı ile evlenmeleri suretiyle bu zatın Kastamonu’ya gelişi gerçekleşmiştir.
Hacdan sonra eşiyle birlikte Medine-i Münevvere’ye giderek orada bir ev satın aldı ve orada temelli kalmayı tercih etti. Bir müddet ikametten sonra bir gece rüyasında Hz. Ebubekir (r.a.)’i görerek: “Ey Alaeddin! Resulullah’ın bütün ashabı Ümmet-i Muhammed’e faydalı olan ilmi miras bırakmak için alemin dört bir tarafına tohum gibi ekildiler. Siz ise burada mücavirliği seçmekle nefsinizi emniyette bulundurmak istiyorsunuz. Bu doğru olmaz ” şeklinde bir ikazla karşılaştılar. Bunun üzerine Alaeddin Efendi evlerinni Medine-i Munevvere’ye vakfederek Kastamonu’ya doğru yola çıktılar.”
Şerafettin Efendi’nin aktardıklarına göre Alaeddin Efendi’nin farsça bir tefsiri vardır ki bunun Arapçaya çevrilmesini asrındaki ulemadan Abdülmuhsin en Nisaburi’ye havale etmiştir.Kendisi bu tefsirde tefsir ile tevili birbirine karıştırmadan ayrı ayrı açıklamış olduğundan gayet istifadelidir. Müseylemetül Kezzaba karsı yalan hadisleri tetkik ve reddeden bir eseri daha bulunduğu da ifade edilmektedir.
Bu zatın vefat tarihi de kesin olarak belli değildir. Fakat yaşadığı dönemi tahmin etmek mümkündür. Şöyle ki: Mevlana Celaleddin-i Rumî’nin torunu olan Ulu Arif Çelebi, Candaroğullan’nın ilk hükümdarlarından 1. Süleyman Paşa zamanında Kastamonu’yu ziyaretleri esnasında Alaaddin Efendi île görüşmüş ve kendisine Necmeddin Daye’nin yazma tefsirini hediye etmiştir. Ulu Arif Çelebi, 1272- 1319 M. yılları arasında yaşamış olduğuna göre bu tarihlerde Alaaddin Efendi de hayattadır.
Kastamonu’da Işık Saçan Türbe Ve Müfessir Alaeddin Efendi
Fazıl Çifçi’nin ” Kastamonu Türbeleri ” isimli kitabının 187. sayfasında ” Kastamonu Asarı Kadimesi” ve yine sf107 de ayrıca Paflagonia sf 345 den naklenMüfessir Alaeddin Efendi türbesinde ilginç olaylar yaşandığı , nurlar görüldüğü , oradan çekilen resimlerde de bunun belirgin olduğu belirtilir. Bu konuyla ilgili özel bir çalışma yapan Dr. Gültein Caymaz’ı okuyalım ;
Dr. GÜLTEKİN CAYMAZ fizik tedavi ve Türkiye’nin sayılı akupunktur uzmanlarından biridir. Ayrıca bilinmeyen ve açıklanamayan olayların yorulmak bilmez bir takipçisi ve yorumcusudur. Bütün bu özellikleriyle, sadece Türkiye’de değil, yurtdışında da tanınmaktadır. Dünyanın yarısını dolaşmış, incelemeler yapmıştır. Esrarengiz ışıklar saçan türbenin hikayesini anlatması için ise sözü şimdi ona bırakalım …
Türbeyi ziyaret
“1981 yılındaki Anadolu gezimde. Kastamonu yakınlarındaki bir türbenin öyküsü dikkatimi çekti. Türbenin yakınındaki gecekondulara yol açmak için bir buldozer getirtmişler. ‘Türbeyi yıkıp başka bir yere daha iyisini yaparız’ demişler. Buldozerin türbeye her yaklaşışında motor durmuş. Aracı bir türlü çalıştıramamışlar. Ardından
insan gücünü denemişler. Kazmalarla işe girişmişler. Kazmalar toprağa saplanıp kalmış. Bir türlü çıkarılamamış. zorlayınca da sapları kırılmış. Türbenin civarında geceleri garip ışıklar görülüyormuş. Korkmuşlar ve işi bırakmışlar …
Ben inançlı biri olduğum için gidip orayı ziyaret ettim. Dua okudum … Niyetim türbenin fotoğraflarını çekmek!i. Birçok fotoğraf çektim. Bir de kendimi türbenin önünde çekeyim dedim. O anda birinden yardım istediğim takdirde sanki işin tılsımı bozulacaktı. .. Fotoğraf makinemi ayaklı sehpasına yerleştirdim. Otomatiğe ayarladım. Koşarak türbeyi arkama alacak biçimde makinenin karşısına geçtim.
Ankara’ya döndüğümde film banyo edildi.
Hayretle gördüm ki. kendimi çektiğim fotoğrafta çevremde yaygın bir ışık alanı oluşmuştu (1 no’lu fotoğraf, üstte). Türbenin esrarengiz ışıklar çıkardığı ya da oluşturduğu doğru muydu?. Yoksa ortada başka şeyler mi dönüyordu?. Tekrar oraya gidip fotoğraf çekmeye karar verdim.”
Işığın kaynağı
Dr. Caymaz olayı açıklamak ıstıyor. Kastamonu’ya tekrar gidiyor. “İkinci gidişimde hava kararana kadar bekledim. Yine yalnızdım. Fotoğfraf makinemi sehpasına yerleştirdim. Otomatiğe ayarladım. Bu sefer değişiklik olsun diye. türbenin tam köşesinde durdum. Çıkan fotoğraf ta çevremdeki ışığın yine havaya ve yere doğru yayıldığı görülüyordu. Acaba bu ışığın kaynağı ben miydim? Bir başkasını götürüp onun resmini çektim ve aynı ışığın bu defa onun çevresinde yer aldığını gördüm (2 no’lu fotoğraf).
Deneylere devam ettim. 3 no’lu fotoğraf ta görüldüğü gibi. iki ayrı kişiyi aynı şekilde. yine ışıklı olarak görüntüledim. Birinin yerini değiştirdim. Yanına da bir başkasını yerleştirdim. Yine ışık vardı (4 no’lu fotoğraf).
Son fotoğrafi çekerken. fotoğrafinı çektiğim kişiler benim çevremde de bir ışığın olduğunu ve bunu gözle gördüklerini söylediler. Yer değiştirdik. onlar beni bir başkasıyla çektiler.
Hava kararıyordu. yanımdakileri 5 no’ lu fotoğraftaki yere gönderdim. Fotoğrafi çektiğim anda çevrelerinde oluşan parlamayı gördüm. İşte bu fotoğraf en garibiydi … “
Başı kaybolan insan
“Bu çektiğim fotoğraf ta (5 no’lu fotoğraf) gördük ki, fotoğraftakilerin birinin başı yarı yarıya kaybolmuştu, diğerinin, yani gür saçları olan kızın saçlarının bir kısmı yoktu. Ama benfotoğrafi çekerken bu eksiklikleri görememiştim.
Daha sonra, aynı yerde, ama daha uzaklardan fotoğraflar çektim. Fakat oradan uzağa gidildikçe ışıklar görünmüyordu. Bu konuyla haftalarca uğraştım ve inanlyorum ki, benim gibi olaya saygıyla bakabilecek her kişi bufotoğrafları çekebilir. Ama gereksiz merak amacıyla bu fotoğraflar elde edilemez … “
Ruhsal ve bedensel enerji
Dr.Caymaz ışıklann kaynağını açıklamaya çalışıyor: “I970′lerde Romanya’da Dr. Joan Florin DumitfE;scu elektronograji dediği bir teknik geliştirdi. Insan vücuduna belli bir yöntemle elektrik yüklüyor ve bu elektrik yüklenmiş vücudun fotoğrafını çekiyordu. Çıkan fotoğraflarda insanların çevrelerinde ışık alanları görülüyordu. Çok basit olarak anlattığım bu teknik olaydan anlaşılmaktadır ki, insanlara dış etkiler tarafından belli dozlarda enerjiler YÜkletilebilir. Aslında bunu her an yaşıyoruz. Evrenden gelen çeşitli ışınlar, atmosferde süzüldükten sonra bizlere ulaşıyorlar.
Türbe olayında da bir enerji vardır ama bu enerjinin han,gi şartlarda ortaya çıktığınl anlayamıyoruz. Insanda da bir enerji var olduğuna göre, bu ruhsal enerjidir. Evliya dediğimiz farklı insanların bedensel enerjileri, belki de mezarlarının çevresinde birikip, bizce anlaşılmayan bir görev yapmaktadırlar … “
Bu ışık ruh mu?
Dr. Caymaz’ın ilginç açıklamalarından ve fotoğraflardan sonra akla bir yığın soru geliyor. Fakat en önemlisi, bu ışığın kaynağının ruh olup olmayacağıdır. Bilim, bizlerin bir tür enerji taşıdığımızı kabul etti, tıpölümden sonra vücutta bir boşalma olduğunu kanıtladı. Bu boşalan şey, adına ruh dediğimiz bir tür enerji olabilir mi? Ama inançlara göre ruhlann başka bir dünyaya gitmeleri gerekmiyor mu? Burası ve Orası aynı yer mi?
Cevapları almamız çok güç, belki de ola olanaksız. İnsanoğlu kendisini ve yaşadığı ortamı yeni yeni tanımaya başlıyor. Kim bilir daha neler öğreneceğiz veya hatırlayacağız?
Insan vücudundaki elektrik enerjisi
İnsan vücudunun belli bir elektriksel enerjiye sahip olduğu bilim tarafından çoktandır kabul ediliyor. Eskiler bu ışığın görülebildiğini, ama görebilmek için uzun bir çalışma döneminden geçmek gerektiğini söyler/erdi. Hatta o devir/erde peygamberler, başlarının etrafında bir ışık halesi olduğu halde resmedilirdi. Buda’nın böyle çizili birçok kabartma resmi ve heykeli vardır. 50 yıl kadar önce Semyon Kirlian adlı bir Rus, insandan fışkıran enerji alanının fotoğraflarını çekmeyi başardı. Ama bütün bu çalışmalar insandan kaynaklanan bir enerjiyi anlatıyordu. Peki, ölümden sonra ne oluyor? Acaba bu enerji dağılıyor mu? Yoksa bir yerde toplanıp kalıyor mu? Ya da yaşayan insanlara bir etki yapıyor mu? Bütün bu sorular cevap bekliyor. ..
Alaeddin Efendi Hazretleri ömrünü ilimle bütünleştirmiş ve çok sayıda talebe yetiştirmiştir. Hatta ona ecel bile engel olamamıştır. Rivayet edilir ki: Talebelerine tefsir dersleri verirken vefat etmesi üzerine, defnedildiği günün gecesi, öğrencilerinin ayrı ayrı hepsinin rüyasına girerek mezarının başına gelip orada derslerine devam etmelerini tenbihler. Ertesi sabahtan itibaren mezarın başında toplanan talebeler, aynen hayatta imiş gibi hocalarının sesini duyarak tefsirin kalan kısmını tamamlayıncaya kadar her gün derslere devam ederler. Bir gün talebelerin ciddiyetten uzaklaştıkları esnada “Benim sağlığımda olduğu gibi yine aynen ciddiyetinizi muhafaza edeceksiniz!” diyerek onları îkaz ettiği de mervidir”
Alaaddin Efendi’nin Türbe binası, harçla moloz taşından yapılmış, çatışı ahşap ve kiremitle örtülü; iç ebadı 5.5×10 metre olan dikdörtgen bir binadır. İlk yaptıranın kim olduğu ve yapılış tarihi net olarak belli değildir. Fakat bu türbeden alınarak Kastamonu Müzesine kaldırılmış olan bir kitabede: “Emera biimareti hazihi’l makbereti el-Abdurraci rahmete rabbihi Yaman bin Mehmet fî sene semanün semanine ve sitte mie.” 688/1289 yazısı vardır.
Bu yazılı taşın, bir mezarın başından alınmış olmasına rağmen şahide türbe kitabesi olduğu görülmektedir. Kitabede adı geçen Yaman bin Mehmet, kuvvetle muhtemeldir ki Candaroğulları Beyligi’nin kurucusu olan Şemseddin Yaman Candar’dan başkası değildir.
Müfessir Alaeddin Efendi kendisi veya bir başkası için yaptırılmış olan bu türbede medfundur ve halkın rağbetine binaen türbe onun adıyla anılmaktadır. Kuzey köşesindeki kapıdan girilen türbenin içi boydan boya ahşap şebeke île bölünmüştür. Doğu tarafı salon olarak bırakılmış olan türbede yedi adet ahşap sanduka vardır. Sandukalar kabirlerin baş ve ayak şahideleri arasına gelecek şekilde konulmuştur. Kesin olmamakla beraber sağdan sola doğru sandukalar şöyledir ;
I. Sanduka ; Müfesssir Alaeddin Efendi
II. Sanduka ; Şahidesi silik olduğu için kime ait olduğu belli değildir.
III.Sanduka ; Vefat tarihi 1374 kim olduğu belli değil.
IV. Sanduka ; Merhum Sırtlı hoca Ali Senai Efendi
V. Sanduka ; Şahidesinde ” Külli şey’in halikün illa vechehü” yazısı okunmakta ama kime ait olduğu belli değil.
VI. Sanduka ; Vefat tarihi ve kim olduğu belli değil.
VII.Sanduka ; İzbelizade Mehmet Efendi‘ye aittir. Türbede kesin olarak kime ait olduğu belli olan sadece bu mezardır. Mehmet Efendi’nin Celvetî tarikatına mensup olduğu ve 1228/1813 tarihinde veba hastalığından vefat ettiği hususu şahidesindeki yazılardan anlaşılmaktadır. Mehmet Efendi Kırkçeşme’deki Şeyh Mustafa Efendi dergahında şeyhlik görevi îfa etmiş bir Celvetî şeyhidir. Rabbim şefaatlerine nail eylesin. Amin
Kaynak
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi
Abdulhalim Durma , Kastamonu Evliyaları
Hasan Burkay, Menakib-i Şerefiyye, Cilt 6, sh:26-27
Lalegül Dergisi sayı 33