İstanbul – Eyüp Murad -ı Münzevi tekkesi avlusunda
Sıddıkiye sülalesinden Özkand hükümdarı «Seyyid Burhaneddin Kılınç» torunlarından Seyyid Süleyman Efendi’nin oğludur. 1838’de Belh civarında Kandez denilen mahaldeki Hanikah’da doğdu. Pederi Seyyid Süleyman Efendi Belh’deki zulümden dolayı üç yüz kadar müridi ile hicret etti. Seyyid Abdülkadir o tarihte dört yaşındaydı, İran’a, Irak’a geçtiler. Oradan Konya’ya, Bursa’ya geldiler. Bursa’dan da İstanbul’a geldi. İlmi babasından tahsil etmiş ve yine babası tarafından irşad edilmiştir. 1876’da pederinin vefatı üzerine Eyüb’de «Şeyh Murad» dergahı şeyhliğine tayin edildi. Bu dergahta irşad ve saliklerin terbiyesi ile meşgul oldu. Kısa bir zamanda şöhreti her tarafa yayıldı.
Az konuşur, fakat özlü söylerdi. Türk, Arap, Fars ve Çağatay lisanlarına vakıftı. Pek çok tasavvufi eserleri ve divanı vardır. Farsça yazdığı şiirler sadeliğine rağmen gayet ahenktar ve açıktır. İstanbul’un tanınmış şahsiyetleri sık sık ziyaret ederler ve ondan feyz alırlardı.
Kadınlar arasında zühd ü takvası ile yüksek mertebeye erişen Adile Sultan kendisini ziyaret arzusunda bulunmuş ve bir gün iki kadana koşulu, fenerleri gümüş oymalı bender kupasıyla, yanında. kendisi gibi feraceli yaşmaklı bir cariye ve bir de haremağası olduğu halde dergaha kadar gitmiş, avluya girmiş. O esnada şadırvanda. abdest almakta olan Seyyid Abdülkadir Hazretlerine:
— Derviş Baba, Abdülkadir Belhî’nin dergahı burası mıdır?
Hazret:
— Evet burasıdır.
— Kendisini görmek istiyorum
— Burada yoktur efendim.
— Acaba ne vakit gelir?
— Belli olmaz efendim.
Adile Sultan, haremağasına işaret etmiş. Ağa elindeki çantayı açmış. Sultan Efendi altınla dolu kırmızı ipek bir kese almış. ‘’Şunu alınız, kendisine veriniz, fukarasına dağıtsın.
Hazret-i Seyyid, abdest almakta devam ederek:
— Ziyanı yok, siz alın, kendisine verin.
— Onun izni olmayınca biz bir şey alamayız. Adile Sultan dönmüş gitmiş.
Zaman geçmiş. Hazret bir gün oğlu Muhtar Bey’e:
— Oğlum, demiş. Adile Sultan ziyaretimize geliyor. Kalk, kendisini karşılayalım. Dergahın bulunduğu yokuşu inmişler. Aşağıda beş-on dakika bekledikten sonra, uzaktan Arnavut kaldırımlarının üzerinde sallana sallana gelen bir kira arabası görmüşler. Araba yanlarında durmuş, içinden siyah büzme çarşaflı, peçeli bir kadın inmiş. Ne cariye, ne haremağası, ne kadana koşulu gümüş fenerli araba, ne üniformalı arabacı’…
Seyyid Abdülkadir kadına doğru gitmiş :
— Buyurun Sultan Efendi Hazretleri. Demiş. Adile Sultan elini öpmüş ve üçü birlikte dergaha çıkan yokuşu tırmanmışlar. Hazret-i Seyyid, bununla Sultan Mahmud’un kızma bir tevazu ve tecerrüd dersi vermişti.
Hazret-i Seyyid 1922’de 86 yaşında olduğu halde irtihal eylemişlerdir. Son zamanlarında üç sene kadar istiğrak hali zuhur edip söz söylemez olmuştu. Vefatından biraz evvel biraderi Seyyid Burhaneddin’i yanına çağırarak «Burhan Can!» diye kucaklamış ve parmağı ile yol göründüğünü işaret etmiş. Aile efradı anlayıp ağlamaya başlayınca son söz olarak: — Allahaısmarladık! Hakka emanet ettik, demiştir.
Kaynak ; İstanbul Evliyaları ve Fetih Şehidleri – Şevket Gürel , İstanbul’daki Tarihi Türbe ve Mescidleri İmar Vakfı , 1988