Diyarbakır – Çınar – Aktepe köyü
Şeyh Abdurrahman Aktepe Hazretleri’nin Silsile-i Şerifi
Şeyh Abdurrahman hazretleri 1270/18544 yılında Diyarbakır iline bağlı Çınar ilçesinin Aktepe köyünde dünyaya gelmiş ve 29 Mart 1910 tarihinde burada vefat etmiş ve aynı köye defnedilmiştir.
Şeyh Abdurrahman hazretleri, Şeyh Hasan-i Nurâni hazretlerinin en büyük oğludur. Aslen Hakkari’li olan Nûrâni hazretleri Hakkari’den ayrılıp Diyarbakır’a gelerek, burada yakın civarlarda bulunan medreselerde eğitim görmeye başlar. Şeyhlik makamına ulaştıktan sonra Aktepe köyüne yerleşir. Burada kısa bir zaman sonra Aktepe medresesini açar ve öğrencilerin eğitimine başlar, çok kısa bir süre sonra medrese genişleyerek bölgeye hitap etmeye başlar, çok sayıda öğrenci yetiştirilir. Bölgede meydana gelen gelişmeler, İstanbul’da saraya kadar ulaşır ve o devrin Osmanlı padişahı Sultan Abdülmecit Han (1823/1861) hazretleri bizzat bölgeyi ziyarete gelir, güzel bir şekilde ağırlanır, padişah ziyadesiyle memnun olarak bölgeden ayrılırken, medreseye bir hediye olması adına Aktepe köyü ve çevresinde hayli fazla ve geniş bir araziyi şeyh hazretlerinin şahsında hibe eder ve hediye olarak hizmette kullanmaları adına kabul etmelerini ister. Şeyh hazretleri de hizmet adına bu hediyeyi kabul eder. Arazinin hibe edildiğine dair ferman ve berat yaşanan yağmalama olaylarında maalesef kaybolmuştur.
Şeyh Hasan hazretlerinin şeyh Abdurrahman başta olmak üzere, şeyh Muhammed Can, şeyh Muhammed Siraç ve şeyh Muhammed Nur olmak üzere dört oğlu vardır. Şeyh Abdurrahman hazretleri diğer üç kardeşi gibi ilk eğitimine babasının yanında başlar. Ancak şeyh Abdurrahman hazretleri diğer üç kardeşinden farklı olarak eğitimini tamamlamak için, Irak ve Suriye başta olmak üzere bölgedeki birçok medresede eğitim görür ve eğitiminbaşarıyla tamamladıktan sonra Aktepe’ye geri dönerek, babası Şeyh Hasan-i Nûrânî hazretlerinin vefatından sonra bir süreliğine medresenin eğitim sorumluluğunu üstlenir.
Ancak şeyh hazretlerinin medrese eğitmenliği de tıpkı buradaki öğrenciliği kadar uzun sürmez, kısa vadeli olur. Bunun sebebine gelince, şeyh hazretleri kendini başka alanlara yönlendirerek, kitap ve makale yazmaya ağırlık verir. Sürekli babasının kütüphanesinde bulunan şeyh hazretleri bilimle ve kültürle iç içe bir yaşam sürdürür. Yaşamının büyük bir kısmını bu kütüphane de geçiren şeyh hazretleri, kendisini sürekli araştırmaya ve bu araştırmaların bir sonucu olarak bilim dünyasına ve İslam âlemine nitelikli eser, makaleler ve çeviriler kazandırmıştır. Bu yönü kendisini ziyarete gelen herkesin dikkatini çekmektedir. Şeyh hazretleri müderrisliğin eğitimini “Leyl-u Mecnûn” adlı eserin sahibi şeyh Muhammed Can’a devretmiştir. Şeyh Muhammed Can’da bu görevi yaşamının son anına kadar başarıyla icra etmiştir.
Şeyh Abdurrahman hazretleri birçok eser kaleme almış, ancak bu eserlerden birçoğu çeşitli sebeplerden ötürü kaybolmuş, günümüze ulaşamamıştır. Şeyh hazretlerinin şu anda sağlam olarak 13 eseri mevcuttur. Bu on iki eserinin dışındaki eserleri, ya bakımsızlıktan ya da âlimlerin kütüphaneden alıp geri getirmeyişlerinden ve bir takım sebeplerden dolayı günümüze ulaşamamıştır. Bu duruma en güzel örnek, şu an Konya il müzesinde Aktepeli’ye ait yazma eser ve Diyarbakır kültür müdürlüğünde kayıtlı bulunan yaklaşık 250 kadar yazma eserdir.
Şeyh hazretlerinin eserlerinin başlıcaları; Ravdu’n-Naîm, Dîvâna Rûhî, Kitâbu’l-Đbrîz, Keşfu’z-Zelâm, Diyarbakır’a Özgü Takvim, Astronomi Kitabı, Astronomi Kitabı çevirisi, Fıkıh üzerine bir eser, Arapça Gramer üzerine bir çalışma, hastalıklar için şifâ kitabı ve Tarîkat ehli olanlar için yazmış olduğu “Risâletu’l-Edeb ve’l-Âdâb adlı eseridir.
Şeyh Abdurrahman Hazretleri, bir Peygamber aşığıydı. Tam bir bağlılıkla Resulullah’ın sünnet-i seniyyesine bağlıydı. Halinde, tavrında, sözlerinde, fiillerinde kısaca her türlü münasebetinde sünnet-i seniyyeden hiç ayrılmazdı. Harfiyen sünnete uymaya çalışırdı. Kendisini tanıyanlar onu bu özelliğiyle bilirdi. Cömertliğiyle bilinen Şeyh Abdurrahman Hazretleri’nin çok misafiri olurdu. Özellikle bahar aylarında çoğu zaman âlim ve faziletli insanlar ziyaretine gelir ve onun terbiyesinde süluka girerdi. Günlerce, bazen aylarca misafir kalanlar olurdu. Şeyh Hazretleri, kendi elleriyle yemek sofrasını hazırlardı. Misafirlerin sofrada bıraktığı yemek kırıntıların bereketlenme ve hayır kazanmak adına, kırıntıları toplayıp yerdi “Misafirlerin artığını yemek, insan gönlünü Allah’a yaklaştırır” derdi.
Şeyh Abdurrahman Hazretleri ; 29 Mart 1910 kalp krizi sonucu vefat etti. Babası Şeyh Hasan-ı Nurani’nin yanına defnedildi. Babası Şeyh Hasan-i Nurani’nin vefat yıldönümünde her yıl binlerce kişi türbesini ziyaret etmektedir. Bu ziyaretlerde insanın aklına hemen şeyhin şu sözü gelmektedir: “Dostlarım, emri Hakk tecelli edince insanlar ölürler ve zaman ilerledikçe bir süre sonra insanlar artık unutulur ve akla hayale gelmez olurlar. Ancak ben fakir Abdurrahman, Cenab-ı Mevla’nın sonsuz inayet ve rahmetiyle inşallah unutulmayacağım ve ölümümden sonra yıllar geçtikçe, zaman ilerledikçe daha da yenileneceğim ve hatırlanacağım.” Bu sözün alameti olarak her yıl gittikçe katlanarak artan sayıda ziyaretçi akınıyla karşılaşılmaktadır.