Ahmed Kuddusi hazretlerinin kabri şerifi ; Niğde – Bor Asri Kabristanında . Aynı zamanda Bor Merkezde Sarı Saltuk türbesinin karşısında makamı var.
Vefatından sonra da müritlerini eğitmeye ve onlara yol göstermeye devam eden Ahmed Kuddusi hazretleri divanındaki İcazetname Kasidesi’nde belirtildiği üzere , kendisine kıyamete kadar gelecek insanlara zikir için izin verme icazeti verilmiştir.İcazet Kasidesi’nde, mürşit bulamayanlara zikir izni verdiğini ifade etmektedir.
” Bu İcazet ammedir virdim izin isteyene
Ta Kıyamet günine dek zakirine var cevaz’
Bor’un yetiştirdiği büyük evliya Şeyh Ahmed Kuddusi Hazretleri , Anadolu’yu iman ve aşkla mayalayan erenlerin büyüklerindendir. 18. asrın son döneminde Bor’da doğmuş ve hayatının büyük bir kısmını burada geçirmiştir. Doğum tarihi Hicri 11 Rebiülevvel 1183 (1769). İsmi Ahmed Bin Hacı İbrahim’dir. Maraşizade ve Kuddusi Baba olarak da tanınan Ahmed Kuddusi Hazretleri , Kuddusi mahlasını almasını şöyle anlatmaktadır ; ”Ben, daha doğmadan önce ana karnında iken, Kuddus Kuddus diye Allahü teâlâyı zikr ediyormuşum. Birgün annem babama bu durumu söyleyince, babam; “Kimseye söyleme bu oğlumuz kemal sahibi olur inşaallah.” demiş”
Kuddusi Hazretlerinin babası İbrahim Efendi hem zahiri hem de batıni ilimlerde derinleşmiş bir Nakşibendi Şeyhidir. Babası , Ahmed Kuddusi Hazretlerinin aynı zamanda ilk feyiz kaynağı ve ilk hocasıdır. Bunu divanında şu beyitlerle ifade eder.
” Peder merhum icazet virdi zikrullaha pes bana
Didi çalış heman ben sağ iken tevhid-i Yezdana”
Ahmed Kuddusi, küçük yaşta babasından ders almaya başladı. Ahrariyye yolunun edebini babasından öğrendi. Babasının; “Oğlum her zaman Allahü tealayı zikir et, benim sağlığımda boş şeylerle uğraşmaktan uzak dur.” nasihatine uyarak onun tarikat hakkındaki tavsiyelerine harfiyyen riayet edip gece gündüz şevkle çalıştı, bütün amelleri gönülden yaptı. Kısa zamanda velilik basamaklarında yükseldi.
Kayseri’de Hüseyin Efendi isimli hocasından zahiri ilimleri tahsil ederken manevi bir işaretle bir gece yaya olarak Turhal’a gitmiş ve Turhal Şeyhi olarak meşhur olan Şeyh Mustafa Efendi’nin yanına erişmiştir. Bu zatın sohbetlerinde bulunarak takdirini kazanmış ve Nakşibendilik tarikatının icazetini almıştır.
” Kayseri’den bir gice çıkdım senin sevdan ile
Şeyh-i Turhal Hazretleriyle görişüb buldum ula”
Turhal Şeyhi Mustafa Efendi dışında zahiri başka bir şeyhe bağlı olmayan Kuddusi Hazretleri , manevi alemde Abdulkadir Geylani , Yunus Emre ve Mevlana Hazretlerinin ruhaniyetinden feyizlenmiştir. Bu anlamda Üveysi yolununda da saliklerindedir.
Kuddusi Hazretleri , Şeyhinden icazet aldıktan sonra Turhal’dan bir arkadaşı ile ayrılıp Erzincan’a geldi. Sert geçen kış mevsimi yüzünden Erzincan’da birkaç ay kaldı. Yaz gelince, Erzincan’dan ayrılarak, önce Şam’a oradan da Mısır’a vardı. Daha sonra hac farizasını yerine getirmek için Mekke mükerremeye gitti. Bu ilk Hicaz seferinde Hira ve Uhud dağında, hazret-i Hamza ve Uhud harbinin diğer şehidlerinin medfun bulunduğu sahada ve dağın kayalıkları arasındaki mağaralarda uzun günler uzlette kendi başına kaldı. Mescid-i Nebi çevresinde riyazetler çekti. Resulullah efendimizin lütuf ve hitaplarına kavuşarak, üstün derecelere yükseltildi. Bu sırada; “Anadolu’ya git, orada evlen. Senin için üstün derece ve makamlar, aile kadrosu içinde hasıl olacaktır.” ikaz ve işareti üzerine, bir sonraki sene tekrar hacc ederek Bor’a döndü.
1807 ve 1810 senelerinde olan Osmanlı-Rus savaşlarına katıldı. Böylece sünnete uyarak, nefsini ıslah etmek için yaptığı halvet, yalnızlık çile ve riyazetleri yani cihad-ı asgarı cihad-ı ekberle, yani nefisle yaptığı savaşlarla da tamamladı.
Ahmed Kuddusi, Hicaz’dan Bor’a döndükten sonra, birçok din düşmanının düşmanlıkları sebebiyle, on üç yıl kadar evinde inziva hayâtı yaşadı.
O devrin ileri gelenlerinden makam sahibi biri, bir sohbette; “Zamanımızın büyük velisi kim ise onunla görüşmek istiyorum.” diye yakınlarına sorar. Bunun üzerine orada Kuddusi hazretlerini tanıyan biri; “Zamanımızın büyük velisi Ahmed Kuddusi’dir.” deyince, kendisini İstanbul’a davet ederler. Ahmed Kuddusi, İstanbul’a gelip huzura girince, orada bulunan kimseler, onun taşralı kıyafeti ile huzura girmesini pek beğenmeyip, yukardan bakıcı bir tavır takınırlar. Ahmed Kuddusi sohbet sırasında hiç konuşmaz. O makam sahibi kimse; “Şeyh efendi! Siz de bir beyân buyursanız.” deyince; “Efendim! Bendeniz ilmi olmayan bir kişiyim. Huzurunuzda konuşmaya haya ederim. Ancak emrinize uyarak başımdan geçen bir hâdiseyi anlatayım.” diyerek şu hikayeyi anlatır:
“Bir gün bendeniz Sarayburnu’nda sahil boyunca gezerken, çok güzel bir hanım sandala bindi. Gönlümü cezbeden bu güzelin peşinden başka bir sandala binerek, onu takib ettim. Üsküdar iskelesinde karaya çıkıp, falan sokaktaki büyük bahçeli konağa giren bu hanımı bir daha göremedimse de aslâ unutmadım. Gönlüm onun hicranı ile rahatsızdır efendim.”
O makam sâhibi kimse, bu hikayeyi duyar duymaz, yanında bulunanların hepsini dışarı çıkararak, Ahmed Kuddusi’ye; “Efendi, anlattığınız benim halen içinde yaşadığım elemli hâlimin ifâdesiydi. Şu anda ise o dertten kurtuldum. O hanım gönlümden silindi.” dedi. Sonra Kuddusi hazretlerine görülmemiş ihsanda bulundu.
Bir süre İstanbul’da kalan Ahmed Kuddusi, Bor’a döndü. Bor’da iken birgün sultan, Bor’a iki memur gönderip, onun durumunu öğrenmek istedi. Gelen memurlar onu bahçesini bellerken buldular. Ahmed Kuddûsî hazretleri onlar daha bir şey söylemeden; “Siz İstanbul’dan geldiniz. Bizim bir şeye ihtiyacımız yok.” buyurdu. Onlar; “Pâdişâhımız bizi vazifeli gönderdi. Size tahsîsât bağlayacağız.” dediler. Ahmed Kuddûsî onlara; “Açın eteğinizi” diyerek her ikisinin eteğine birer kürek toprak döktü. İki memur bu toprakların altın olduğuna şâhid oldular. Bu sefer Ahmed Kuddusi; “Eteklerinizdekileri dökün.” deyince hemen yere döktüler. Bu defa toprakların yılan-çiyan olduğuna şâhid oldular. Ahmed Kuddûsî; “Evlâtlarım! Allahü teâlânın keremi ile bizim pâdişâhımızın tahsîsatına ihtiyâcımız yoksa da, fukarâ ve âcizlere dağıtmak için bırakın.” diyerek bu tahsîsâtı bir müddet alıp yoksullara dağıttı
Ahmed Kuddûsî hazretleri, gerek şiirlerinde, gerekse mektup ve sair yazılarında, hak yolundaki tehlikelere dikkatleri çekerek, bu yoldaki sâdıklarla, sapıkların hâl ve durumlarını tekrar tekrar anlatmaktadır. Ehl-i dünyâ ile mülhid ve dinsize yaklaşmamayı, câhil ve inatçı sofulardan kaçınmayı, küfür ehli ile münâfıklardan şiddetle sakınmayı, hased, kin, istihzâ ve nemîme, dedikodu ehlinden uzaklaşıp onlarla berâber olmamayı tavsiye etmiştir.
Ahmed Kuddûsî, farz, vacib ve sünnet olan ilimleri bilip, kendisine kâfi olanını öğrendikten sonra, ilmi ile amel ederek, Allahü teâlâyı anmaya devâm etmeyi bütün eserlerinde tekrarlamaktadır. Baş olmak, dünyâlık elde etmek veyâ halkı başına toplayıp, onların hürmet ve hizmetlerini celbetmenin, insanı şeytana oyuncak edeceğini tekrar tekrar anlatan Ahmed Kuddûsî; Azâzil’i (şeytanı), Bel’âm bin Baûrâ’yı, Bersisa’yı ve sahâbeden iken dünyâlıklara mağlûb olan Sa’lebe’yi anlatmaktadır. Allahü teâlâya kulluğu, Allahü teâlânın emri için yapmayı, yeterince ilim ve bilgiyi kazanıp farz-ı ayn olan bilgileri edinmeyi, bu şartların kazanılmasından sonra da ihlâs ile zikir, fikir ve şükür ibâdetlerini gücü yettiği nisbette yerine getirmeyi tavsiye etmektedir.
Ahmed Kuddusi hazretlerinin başka bir özelliği de hem Nakşibendi hem de Kadiri tarikatlarının şeyhi olmasıdır. İlk zamanlarda müritlerini Nakşibendi tarikatının usullerine göre yetişen Hazreti Kuddusi Nakşibendi tarikatının şartlarının ağır olmasından dolayı ve de müritlerinin bu şartlarının ağır olmasından dolayı daha feniş olan Kadiri tarikatına geçtiğini ifade eder. ” Ahir zamanda cehalet gaflet tembellik bidat zinet ve dünyevi meşguliyetler çok olduğundan dolayı kadiri tariki bu ümmete rahmettir.” Ahmed Kuddusi hazretleri , müritlerine yüz istiğfar , on salavat, olabildiği kadar çok miktarda kelime-i tevhidi zikir olarak vermiştir ve bu görevi yapan herkesi müridi olarak görmüştür.
” Yok, ayrı gayrı evliya yollarının Hak cümlesi
Hem Halveti, hem Celveti , hem Kadiri , hem Nakşiyem.”
Ahmed Kuddusi Hazretlerinin Vasiyetnamesi
Ey evlâdım, eşim, akrabâ-ı taallukatım! Size vasiyet ederim ki: Allahü teâlâya ve Resûlüne sallallahü aleyhi ve sellem itâat edesiniz, benim için ağlamayasınız. Gece vefât edersem, gasl edip sabah nmazının akabinde birkaç komşu ile cenâze namazımı kılıp, Eski Mezâr’da uygun bir yere defnedin. Halka zahmet olmasın. Beni medhetmeyin. Zîrâ kabirde bu söylenilen sıfatlar sende var mıydı diye melekler sorarlarmış. Hemen duâ ve istigfâr edin. Kur’ân-ı kerîm ve tevhîd okuyup, rûhuma hediye edersiniz. Nasîhat kitaplarımı okuyup, nasîhat alasınız. İnşâallah bana ve size faydalı olur. Beni seven talebelerim; evlâdıma nasîhat, hüsn-i nazar ve terbiye etsinler. Nasîhatta esrâr ve çok faydalar vardır. Zikr ederken Allahü teâlânın emrine yapışmak niyeti ile etmelidir.
Kefenimi Niğde bezinden yapın. Cesedime ve kefenime yazı yazmayın. Kabristanda tegannî ile Kur’ân-ı kerîm okuyarak, oradaki müslümanları bıktırmayın. Allahü teâlâ benden râzı olur ise, tegannîsiz üç İhlâs-ı şerîf yeter. Allah korusun râzı olmaz ise her biriniz bir hatm-i şerîf okusanız fayda vermez.
İlmi, tâliplerine ve fukarânın sâlihlerine verin. Dostlarınızın ne kadar kusurları çok olursa da, onlara muhabbet besleyin ve ihsân edin. Dervişlerin İslâm dînine uymayanlarından uzaklaşın. Ekseri sihir ve simyâ kullanarak herkesi aldatıp, mürşid-i kâmiliz derler. Kıyâmet, yeryüzünde âlim var iken kopmayıp, câhil üzerine ve Allahü teâlânın ism-i şerîfini bilip söylemeyen kimselerin üzerine kopacakdır. Siz bu durum karşısında mağrur olup, nefsin hevâsına tâbi ve Allahü teâlânın mekrinden emîn olmayasınız. İblis ve emsâlini düşünesiniz. Sâlih amel işledikten sonra hamd ve şükür etmeli. Beşeriyet sebebiyle günâh sâdır olur ise hemenn istigfâr etmeli, Allahü teâlânın rahmetinden ümîd kesmemeli. Bu vasiyetnâmemi mümin kardeşlere gösteresiniz.
1849 (H. 1265) senesi Cemâzilâhır ayında Bor’da vefât etti. Vasiyeti üzerine Eski Mezarlık’a defnedildi. Aynı gün köylünün biri kırılan saban demirini tamir ettirmek üzere Bor’a geldiğinde çok kalabalık bir cemaatın cenaze namazına hazırlandığını görünce, abdestini tazeleyerek cenâze namazını kılar. Hemen işine dönmek niyetinde olduğundan, yakındaki bir demirci dükkanına girerek, tamir etmesi için saban demirini ustaya verir. Demirci, ocağa koyduğu demirin bir türlü kızarmadığını, saatlerce uğraştığı halde dövülecek hale gelmediğini görünce şaşkın bir halde düşünceye dalar. Bu sırada yakın bir tanıdığı dükkana girer. Demirci durumu ona anlatır. O da köylüye; “Sen nerelisin, bu demiri nereden getirdin?” diye sorar. Köylü; “Ben filan köydenim. Bu demir, dün çift sürerken bir kayaya takılıp kırıldı. Tamir ettirmek için bugün buraya getirdim. Şehre girdiğimde eşini görmediğim bir cemâata katılarak cenaze namazını kıldıktan sonra doğru bu dükkana geldim.” deyince o kişi; “Senin, adını sormadan namazına iştirâk ettiğin büyük evliyâ, âşık-ı Hak Şeyh Ahmed Kuddûsî hazretleriydi. Allahü teâlâ, değil onun namazını kılanı, o cenâzede hazır olan âlet ve edevâtı da ateşten muhâfaza etmiştir.” der. Îmân sâhibi olan bu köylü, yeni bir saban alıp köyüne döner.
Son yıllarda mezarlıkları şehir dışına nakletme hususundaki genel bir karar üzerine, Ahmed Kuddûsî hazretlerinin kabri bugünkü kabristandaki ziyaretgâh olan yerine nakledildi. Bu nakil esnâsında halk karşı çıkmış ise de, devrin kaymakamı, belediye başkanı ve jandarma komutanı olaya müdâhale ederek, Ahmed Kuddûsî hazretlerinin kabrine karşı hoş olmayan bâzı sözler sarfedip, edep dışı davranışta bulundular. Hepsi bir belâya mâruz kaldılar. Kabr-i şerîfi yıkmaya kimse râzı olmayınca hapishaneden getirilen mahkûmlar, kabri yıktı. Bu esnâda orada olan jandarma komutanı kabrin taşına tekme vurarak kazın diye emir verdiği anda yere düşerek beni kurtarın diye bağıra bağıra öldü. Kabri açtıklarında, Ahmed Kuddûsî hazretlerinin kefeninin bembeyaz duruyor olduğunu gördüler. O anda kabirden çok güzel bir koku etrafa yayıldı. Yine o gün hava çok sıcak iken, semâ âniden bulutlanarak yağmur çiseleyip serinlik ve ferahlık hâsıl oldu. Ahmed Kuddûsî hazretlerinin nâşı yeni kefene sarılarak bugünkü kabrine nakledildi.
Ahmed Kuddusi Hazretlerinin eserleri
1. Divan-ı Kuddusi
Kuddusi Hazretlerinin hak ve hakikat yolculuğu olan tasavvufu detayları ve incelikleriyle veren eseridir. Divanda tasavvuf yolculuğu tüm merhaleleri ile anlatılmaktadır. Divan ilk olarak Kuddusi Hazretlerinin vefatından on yıl sonra İstanbul’da Hacı Ali Rıza Efendi adlı zat tarafından bastırılmıştır. Eserdeki şiir sayısı farklı nüshalara göre değişiklik gösterse de yaklaşık bin yüz civarlanndadır.
2. Hazinetü’l Esrar ve Ganimetü’l-Ebrar
Kuddusi Hazretlerinin tasavvufi konularda mansur olarak yazdığı “Hazinetü’l-Esrar” ve “Ganîmetü’lEbrar” adlı eseri derin ilminin bir yansımadır. Bu eser Kuddusi Hazretlerinin ne kadar büyük bir mürşit ve alim olduğunun yazılı bir delilidir.
3. Pendname-i Kuddusi
Kuddusi Hazretlerinin vefatından önce yazdığı son risalesidir. Kuddusi Hazretleri bu risaleyi, hasta yatağında aralıklı olarak birkaç yılda yazmıştır. Eser tasavvufi
öğütlerden ve tavsiyelerden oluşmaktadır.
4. Nasaih-i Kuddusi
Kuddusi Hazretleri burada kendi hayatına dair önemli hususlardan bahseder. Çektiği sıkıntılardan söz eder. Bazı tasavvufi konularda tavsiyelerde bulunur. Ayrıca bu risale o dönemin toplumsal yapısı hakkında günümüze bir ayna tutmaktadır.
5. Vasiyetname
Kısa bir risaledir. Kuddusi Hazretlerinin vasiyetini içermektedir. Tevhitten ve zikirden ayrılmamayı ve her daim Hak yolunda olmayı tavsiye etmektedir. Kuddusi
Hazretleri vefatından sonra yapılmasını istediği konuları zikretmektedir.
6. İcazetname
Manzum ve mansur olmak üzere iki bölümden oluşan bu risalede Kuddusi Hazretleri tüm ehl-i imana zikir için kıyamete kadar icazet verdiğini beyan etmektedir. Kuddüsî Hazretlerinin bu risalesi onun halen manevi tesiri ve etkisi devam eden bir veli olduğunun bir işaretidir.
7. Mektuplar
Kuddusi Hazretlerinin Külliyat’ındaki beş el yazmaso mektuptan oluşmaktadır.
8. Muhtasar Tıbb-ı Nebevi
9. Medayıh Risalesi
Vefatından sonra da müritlerini eğitmeye ve onlara yol göstermeye devam eden Ahmed Kuddusi hazretleri divanındaki İcazetname Kasidesi’nde belirtildiği üzere , kendisine kıyamete kadar gelecek insanlara zikir için izin verme icazeti verilmiştir.İcazet Kasidesi’nde, mürşit bulamayanlara zikir izni verdiğini ifade etmektedir.
” Bu İcazet ammedir virdim izin isteyene
Ta Kıyamet günine dek zakirine var cevaz”
Kaynaklar ;
Borlu Şeyh Ahmed Kuddusi hazretleri , Bor Belediyesi , Mehmet Baş
Osmanlı Müellifleri; c.1, s.150
Sicilli Osmânî; c.4, s.58
Kuddûsî Dîvânı