Malatya – Arapgir – Onar köyü
Şeyh Hasan’ın türbesi ilçeye 11 km. uzaklıktaki Onar köyündedir. İsmail Onarlı makalesinde Şeyh Hasan’ın ‘malikhânesine ve divanı’na ‘Büyük Ocak’ adı verilerek kutsanmış ve 800 yıl ‘Cemevi’ olarak günümüze kadar korunarak yaşatılmış olduğunu ileri sürer. Şeyh Hasan ve Zaviyesi’ne, Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubat, “Onar” denen mir-i araziyi “mülk kılarak ve şeriat kurallarına uygun tasarruf için, 22 Nisan 1224 tarihinde vakfederek “ocaklık” olarak evladının evladına ve evladına” vermiş ve “Onar Köyü”nü de tescil etmiştir. Bu vakfın çalışmaları Osmanlı döneminde zaman zaman kesintiye uğrasa da günümüze kadar varlığını korur.
Bugünkü Kazakistan’ın Hazreti Türkistan (diğer ismiyle Yesi) şehrinin Üç Kurgan yöresinde dünyaya gelen Şeyh Hasan, Oğuzlar’ın Bozok kolunun Günhanoğulları’ndan Bayat boyunun On-Er oymağındandır. Anlatıldığına göre, Şeyh Hasan dünyaya geldiğinde dedesi Bahşi Han oymak beyidir. Abbasi zülmünden kaçan Hz. Muhammed-Ali soylular Bahşi Han’a sığınırlar. Bahşi Han oğlu Ahmed’i sığınmacı Musa-ı Kazım (ö.799)’ın oğlu Abbas’ın kız torunlarından Vedduha ile evlendirir. Bu evlilikten Şeyh Hasan dünyaya gelir. Ahmed bir seyyide ile evliliğinden sonra kendini tasavvuf verir. Böylece ilim ve irfan sahibi olan Ahmed, Şeyh ve Hâce ünvanıyla anılmaya başlar. Hz.Ali’nin oğlu Muhammed Hanifi soylulardan ve Hz.Hüseyin oğlu Zeyd soylu seyyidlerden; Kuran’ın batıni (içsel) özünü hıfzeder ve ilm-i ledün konusunda feyz ve el alır. Batıni ve İsmaili örgütlenmelerde bulunur. Sufilik mahlası olarak da kendisine “Verani” lakabı verilir. Bundan sonra “Şeyh Ahmet Verani” olarak ün salar. Şeyh Ahmed Verani‘nin Şeyh Hasan’dan sonra Şeyh Ahmed adında bir oğlu daha olur.
Şeyh Ahmed Verani 10-12 yaşlarına gelen iki oğlunu amcazadesi olan Hâce Ahmet Yesevi (Ö.1167/9) dergâhına eğitim ve öğretim için verir. Şeyh Hasan ve Şeyh Ahmed, Yesi’deki dergâhda Türkçe tarikat erkânı ve sülük adâbını, İslami ilimleri ve Türk sufiliğini, ahlâki ve tasavvufi kaide ve kuralları kısa zamanda öğrenerek Hâce Ahmed Yesevi’nin halifeleri arasına girerler.
Şeyh Hasan, küçük yaşta iyi ok atar, iyi kılıç kullanır ve iyi at sürer. At yarışlarında ve ok atmada birinci olur. Bu yeteneklerini bilen hocası Ahmet Yesevi bir gün ona cemaatle cemdeyken, “Sen, bir er değil on er gücündesin, bundan böyle senin adın, Şeyh Hasan Oner olsun, ve böyle biline, böyle çağrıla…” der. Ve dua eder.
Menkıbeye göre, Bahşi Han’ın vefatı üzerine beylikten feragat eden babasının yerine oymağının beyi (aşiretinin reisi) olur. Kardeşi Şeyh Ahmed’i de ikinci reisliğe getirir. Böylece aşiretin dış ilişkilerini ve askeri idareyi Şeyh Hasan yönetirken, iç düzeni ve dini işleri de Şeyh Ahmet yönetir.
Gün gelir, Şeyh Hasan, Piri Hâce Ahmet Yesevi’den icazet alarak “Kırk Kalenderi Derviş” ile ve oymağıyla Anadolu’ya (Rum’a) gitmek üzere Türkistan’dan hareket eder.
Şeyh Hasan, 1186 tarihinde İsfahan Kalesi’nden “Yol İzinnâme”si alır. Şeyh Muhammed Bin Abdullah’ın yazdığı yazıda; “…On iki imam ve şanlı evlatlarından olan Şeyh Hasan’ın geçtiği bölgelerdeki sultan, vezir, emir, büyük efendiler, İslam Kadılar ve onların hadımları, her şehirde ve köyde, zaviye ve tekkelerde, kilise ve hayır yerlerinde; Arap’ın, Türk’ün, Acem’in, doğulusu batılısı Deylemliler, Akrad ve Haşimiler, hasılı devlet erbabı; gelip müracaat edeceklere, ilgi gösterip, hediyeler ikram ve nimetlerden hissedar edip, koruyarak, bugüne kadar imdada yetişip, onları muhafaza etsinler…”, denmektedir. Bu belgeden hareketle Onarlı, Şeyh Hasan’ın Alamut fedaileriyle doğrudan irtibatlı olduğuna inanır. Yol güzergâhı üzerinde İsmaililerin yüzlerce kale ve köyleri vardır. Muhtemelen Şeyh Hasan Oner’in bir Türk olan Alamut Piri II. Muhammed (1166-1210) ile ilişkisi bulunmaktadır ki, bu izinname, bir nevi yol güzergahındaki Nizari İsmaili kale yöneticilerinin uyması gerekli talimatnâmedir. Bu belgede, Şeyh Hasan’ın Deylem bölgesine uğradıktan sonra, Akrat’a geleceği belirtilmektedir. Akrad Bölgesi; bu günkü Hatay ile Lübnan ve Suriye’nin kuzeyi arasındaki bölgedir. Druzi’lerin ve Nusayri’lerin yaşadığı bu bölgede, Şeyh Hasan oymağıyla konaklamış ve Halife, Bey, Şeyh, Sultan gibi yönetici ve dini ulema ile görüşmelerde bulunmuştur.
Şeyh Hasan Oner’in başında bulunduğu Bayat Kabilesi Irak ve El Cezire Bayatlarındandır. Şeyh Hasan Oner’in dinsel liderliğinin; şeyhliğinin Necef ve Kerbela’nın bulunduğu bu bölgede daha da olgunlaştığı ileri sürülür.
Diğer taraftan Şeyh Hasan Kerbela, Necef, Bağdat ve Hicaz’a gitmiş, oradan da Mısır’a giderek tekrar Bağdat’a dönmüştür. Bağdat’tan da Konya’ya gitmiştir.
Menkıbenin farklı versiyonunda ise, Şeyh Hasan oymağıyla Halep’ten Sis (Adana), Maraş, Adıyaman, Akçadağ-Malatya (bugünkü Battal Gazi ilçesi) güzergâhıyla Fırat’ın doğu yakasındaki Abdülvahap Gazi’nin türbesinin bulunduğu tepe ve Mukaddes Dağı’ndaki Mar Ahron Manastırı (kilise) ile Muşar’a kadar olan bölgeyi işgal eder. Muşar’da Şeyh Hasan Beyliği adıyla yarı-özerk bir beylik kurar.
Bölgedeki yerel halkları; Kürt, Ermeni, Zaza unsurları kendine tabi kılan Şeyh Hasan, metruk bir Paulicien kalesi olan yerde Şeyh Hasan adıyla bir köy ve zaviye de kurarak başına kardeşi Şeyh Ahmet’i getirir. Bugün Tabanbükü adlı köy burasıdır O devirde bu bölge Anadolu Selçuklu Devleti’nin doğu sınırını teşkil eder. Şeyh Hasan da aşiretiyle bu sınır üzerinde bulunmaktadır. Muhtemelen o zamanki Malatya meliki sınırları korumak üzere Şeyh Hasan Aşiretini bölgeye yerleştirmiştir. Ve böylece Şeyh Hasan “Uc Beyi” olur. Zamanla Şeyh Hasan yöreyi İslamlaştırmış ve Türkleştirmiştir.
Şeyh Hasan muhtemelen 1196-1205 yıllarında bölgeye hakim olur ve beyliği de, Selçuklu Sultanı tarafından kabul edilip onaylanır. I.Gıyaseddin Keyhüsrev (1205-1211) ikinci defa Selçuklu tahtına geçtiğinde oğullarını eyaletlere vali olarak gönderir. Büyük oğlu İzzeddin Keykavus’u Malatya’ya ortanca oğlu Alaeddin Keykubat’ı da Tokat’a melik nasbeder. Şeyh Hasan işte bu dönemde Malatya Meliki İzzeddin Keykavus’la sıkı ve iyi ilişkiler kurar.
Bugünkü Hasan Dağı denilen yörenin, Muşar ve Kezirbet Kalelerinin yönetimi o devirde Şeyh Hasan’ın elindedir I.Alaeddin Keykubat dokuz yıllık Muşar ve Kezirbet’teki esaret döneminde bölgenin hakimi, kale komutanı, aşiret reisi olarak Şeyh Hasan’la iyi ilişkiler içine . Selçuklu Sultanı İzzeddin Keykavus çok güvendiği için Alaeddin Keykubat’ı kalebent olarak Şeyh Hasan’ın kontrolüne bırakır.
Menkıbeye göre, Alaeddin Keykubat kalede hapisteyken, “Hâce Ahmed Yesevi ya da Şeyh Hasan” Tekkesi postnişini Şeyh Ahmed Dede’yi yanına davet eder, yıldıznâmesine baktırır ve remil ile bahtının açılmasını ister. Şeyh Ahmed Dede Alaeddin Keykubat’a mahpusta kaygılanmamasını, geleceğinin ferah olduğunu, bütün Rum ülkesinin padişahı, Ulu Sultan Keykubat olacağının muştusunu verir Anlatılır ki, Alaeddin Keykubat, Selçuklu tahtına geçtikten sonra, kızkardeşi Gevher Hatun’u Şeyh Ahmed Dede’ye verir.
İsmail Kaygusuz’a göre de, daha sonra Şeyh Hasan, silahlı oymağıyla ve okçu birlikleriyle Alaeddin Keykubat’la birlikte, Kalonoros (Alaiye-Alanya) kalesinin alınmasına ve Fırat boyu fetihlerine katıldığı için, Keykubat Onar Köyünü tescil eder ve arazilerini Şeyh Hasan’ın kurduğu “Oner Zaviyesi”ne 1224’de vakfeder. Alaeddin Keykubat’ın hizmetleri karşılığı olarak okçu birlikleri kumandanı olan Şeyh Hasan’ın oğlu Şeyh Bahşiş’e de Kumlutarla Köyü’nü bağışlamıştır.
Alaeddin Keykubat Şeyh Ahmet Dede’ye kız kardeşini verdiği gibi, Şeyh Hasan Köyü’nü de vakfetmiş ve Hz.Ali soylu olduğuna dair şeceresini şerh etmiştir.
Şeyh Hasan Selçuklu ordusuyla Fırat Boyu kaleleri fethine katıldıktan sonra bir Ermeni şehri olan Arapkir’e Subaşı olarak atanır ve bölge de kendisine ikta olarak verilir. Şeyh Hasan, Arapkir’in Hezenek semtinin altındaki düzlüğe ordugahını kurar. Daha sonraları Uguzlu (Oğuzlu) semti olarak anılacak olan bu yöreye askeri kuvvetler yerleşerek, şehir ve köylerin asayişini temin eder. Şeyh Hasan kısa bir zaman sonra Arapkir’in eski yerleşim yeri ve kale içi olan eski şehir’de (bugünkü Osmanpaşa mahallesi) kendi adıyla anılan bir tekke ve külliye yaptırır 1860’ta Arapkir’deki Bektaşi Tekkesi, Şeyh Hasan tekkesinden başkası olmayıp, daha sonra Meydanevi Camii’ne çevrilir. Aşevi, Atevi gibi müştemilatı ile mal varlığı olarak da vakıf arazileri, bağ ve kavaklıklar vardır. Menkıbeye göre Şeyh Hasan, 12. yüzyılın ikinci yarısı ile 13. yüzyılın son çeyreğine kadar olan zaman diliminde, muhtemelen 1156-1276 yılları arasında 120 yıl ömür sürer.
Yavuz Sultan Selim döneminde Arapkir Osmanlılarca fethedilince, Türkmen Beylerinden ve Arapkir eşrafından Kulibeyoğlu Ali Bey ve Şeyh Hasan Aşireti mensupları Kızılbaş oldukları için malları ellerinden alınarak Ermeni tüccarlara ve Sünniliğe geçenlere verilir. ‘Şeyh Hasan Tekkesi ve Külliyesi Vakfı’na da Arapkir eşrafından “Kestanzadeler” atanır. Arapkir’in Türkmen Kızılbaş köylerinden bazıları ve şehir halkı Çaldıran dönüşü bölge fethedildiği için, 1515 yılında yemin ederek, Osmanlı tebası olmuşlar ve Hanefi Mezhebini kabul ederek Sünnileşirler.
Şeyh Hasan Tekkesi’ne 1694 yılında Arapkir Sancak Beyi Cafer Paşa tarafından bir minare yaptırılarak camiye dönüştürülür, adına da Cafer Paşa Camisi denilir. Cafer Paşa dahil, Arapgir’den çıkmış bir çok paşa birbirleriyle akrabadır. Yine aynı yıl Onar Köyü’ne de bir küçük cami yaptırılarak, Arapkir eşrafından Sabrioğullarından bir imam atanır. Onarlı makalesinde, 1694’den İttihat ve Terakki dönemine kadar her hafta Cuma günleri “içtima edilerek” sayım usulüyle Onar köylülerinin Cafer Paşa Camiine mecburi olarak namaza sevk edilmiş ve kontrole tabi tutulmuş olduklarını kaydeder.
En son Vakıf mütevellisi Kestanzade Hacı Abdullah Ağa’nın vefatı üzerine aileden kimse kalmaz. Bunun üzerine Osman Paşa Mahallesi halkı, 20.000 kuruşluk geliri olan vakfın, kendilerinin hakları olduğu iddiasıyla dava açar. Bu duruma Onar köylüleri itiraz eder. Şeyh Hasan soyundan olduklarını ibraz eden belgelerle Onar köyü halkı da Vakfın mal varlıklarının kendilerine ait olduğunu belirterek; 11 Nisan 1299 (1883) tarihinde Arapkir Mahkemesinde dava açarlar.
Vakıf davası yıllarca sürer. Bu olay, Arapkir’de hak iddia edenlerle Onar köylüleri arasında kavgalara sebep olur. Dava Eğin Kazasına aktarılır. Zabit Hüseyin (Güney) Efendi davayı ciddi bir şekilde takip eder. Eğin kazası Mahkemesinde belgelerle vakfın ve Şeyh Hasan Külliyesi’nin arazilerinin Onar köylülerine ait olduğu ispatlanır.
Dava sürerken, I. Dünya Savaşı başlar, ardından İstiklal Savaşı devam eder. Köydeki erkeklerin hepsi savaşa gider. Bu arada davayı takip eden Zabit Hüseyin Efendi de ihtiyat subayı olarak savaşa gider ve İstiklâl Savaşı sonrası köye döner. Dava sürüncemede kalır. Kurtuluş Savaşı kahramanı ve İstiklâl Madalyası sahibi Hüseyin Efendi, Cumhuriyetin ilanından sonra davayı tekrar açar. 1944 yılına kadar köy arazileri ile ilgili vakıf davası; hukuk mücadelesi devam eder, ama bu arada Zabit Hüseyin Efendi Hakk’a yürür. Muhtar ve ihtiyar heyetinden bazılarının, Arapkir ağaları ile işbirliği yaptıkları ve dava düştüğü takdirde de çeşitli vaadler aldıkları ileri sürülür.
1224 yılında kurulmuş ecdadın vakfı; “hasis, sahtekâr, aç gözlülerce talan” edilmiştir. Son olarak da 1984 yılında Cafer Paşa Camisi’nde bulunan Şeyh Hasan’a ait el yazma Kur’an-ı Kerim ve kitaplar; caminin kapısı kırılarak çalınmış, zanlılar hakkında soruşturma açılmasına rağmen bir şey elde edilememiştir.
Şeyh Hasan’ın Fütuvvet örgütlenmesiyle ilişkisi ve Ahi teşkilatlanmasında rolü olduğu ve Ahileri Arapgir’de örgütlediği Selçuklu belgelerinden anlaşılmaktadır. Şeyh Hasan’ın Onar Köyü’nde inşa ettirdiği Cemevi ve Zaviye’nin binası ve müştemilatının adına, Sultan Onar Cemevi ya da Büyük Ocak denmektedir.
Şeyh Hasan’ın 1224 yılında 12 direkli bir çadır görünümde inşa ettirdiği Sultan Onar Cemevi, Orta-Asya Gök-Tapınakları’na benzetilir. Yine kubbemsi damın ortaya yakın bölümünde bütün direklerden daha kalın ve siyah; üzerinde kahve ve kızıl beneklerin olduğu “Karadirek” denen ve kutsal sayılan bir ağaç direk vardır. “Karadirek” aynı zamanda “Zat-ı Mutlak”a giden “sırat-ı müstakimi” ifade etmektedir. Taş pencere ise; “sema’ya / Göğe ağmanın”, “Hakk ile hak olma”nın bir sembolüdür. Semazenler bu deliğin tam altındaki meydan da sema dönerler… “Karadirek” üzerinde “çerağ tası” vardır. Cem’den önce çerağ burdan uyandırılarak “erkân” bu törenden sonra dede tarafından yürütülür. Ayrıca Karadirek’te Şeyh Hasan’ın tunçtan miğferi asılıdır ve “çırahban” tası olarak kullanılır. Karadirek’in dibinde ise “civher” toprağı vardır.
Büyük Ocak Tekkesi (Onar Zaviyesi)’nin giriş kapısı ve eşiği özel bir ağaçtan yapılmıştır ki neredeyse 8 asırdır; yaşa, yağmura dayanarak bugüne dek bozulmadan gelmiştir. Eşiğe üç kez niyaz edildikten sonra meydanevine/cem-evi’ne uzanan bir koridordan girilir.
Cemevi’nin önünde; yemek pişirme yeri, aşevi, ekmek pişirme ocağı, kiler, hamam, hela, çamaşırhane gibi odacıklar vardır. Sağ yanda iki katlı tekkeşinevi, ahır, samanlık, odunluk, misafirhane sol yanda ise bahçe bulunur.
Şeyh Hasan üç evlilik yapar. Birinci evliliğinde Türkistan’da İmam Rıza’nın kız torunlarından biri ile evlenir ve bu evlilikten Şıh Bahşiş dünyaya gelir. İkinci olarak, Fırat boyu fetihleri döneminde, Muşar yöresine geldiğinde, Dersimli Zaza bir aşiret beyinin kızıyla evlenir ve Seyyid Selahattin adlı bir oğlu olur. Üçüncü evliliğini de Piri Baba’nın kızı ile yapar.
Bu evlilikten, menkıbeye göre Kara Muhammet, Habib Hasan ve İlik isimlerinde üç oğlu olur. Diğer bir rivayete göre de iki kız, sekiz erkek çocuğu olmuş ve köy 10 haneden teşekkül etmiştir. Şeyh Hasan’ın Merzifonlu Piri Baba’nın kızıyla evliliğinden olma çocukları Malatya-Arapgir-Onar Köyü’nde, 1224 yılında babaların kurduğu Vakıf şeklindeki Zaviyesini Dede Ocağı’na dönüştürerek “Sultan Onar Ocağı”, “Büyük Ocak” ya da “Büyük Şeyh Hasan Ocağı” olarak adlandırmışlardır. Şeyh Hasan’ın Türkmen Oymakları arasındaki adı, “Onar Dede”, “Onar Baba”, “Sultan Onar” olarak geçmektedir ki, ocağa da bundan dolayı ve babalarının adına izafeten “Sultan Onar Ocağı” denmektedir. Kürt, Zaza, Ermeni, Alevi cemaatinde ise, Şeyh Hasan Ocağı olarak anılmaktadır. Tunceli’deki torunun kurduğu Şeyh Hasan Ocağından ayırmak için “Büyük Şeyh Hasan Ocağı” da denmektedir. Şeyh Hasan On-Er’e I. Şeyh Hasan ya da Büyük Şeyh Hasan da denmektedir. Şeyh Hasan Oner’in kimliği masalsı anlatımlar biçiminde geldiği gibi, halk ozanlarının şiirleriyle de günümüze ulaşmıştır. Üç yüz yıl sonra Pir Sultan Abdal onun için yazmış olduğu Onar
Dede Destanı adlı deyişinde;
Adın Şeyh Hasan’dır, hem derik Oner…
Yetiş Onar Dede sen imdat eyle!”
der.
Bu dönemde, Pir Sultan Abdal’ın Şah İsmail adına bölgede gizli örgütlenme yaptığı ve arandığı hesaba katılırsa, Şeyh Hasan Ocağı’nın önemi daha da belli olmaktadır.
Şeyh Hasan ve kardeşi Şeyh Ahmet 1204/5 yıllarında Şeyh Hasan (Tabanbükü) köyünde bir “Dergâh” kurarlar ve amcazadeleri olan hocaları “Ahmed Yesevi”nin de adını tekkeye verirler. Bu ocağa ‘Ahmet Yesevi Ocağı’ da denmektedir ki bütün ocakların başı sayılır. Daha sonraları ise Şeyh Ahmed’in çocukları zaviyenin ismini “Şeyh Ahmet Tavil” olarak değiştirerek babalarının adını verirler. Vakfa dönüşen tekke, Selçuklu ve Osmanlı sultanları tarafından da onaylanır ve Şeyh Ahmet soyundan gelenlere verilir. Halk arasında her iki ad da kullanılmaktadır. Şeyh Hasan’ın kardeşi ve Şeyh Hasanxanlı Aşireti’nin ikinci reisi Şeyh Ahmet’in Alaeddin Keykubat’ın kız kardeşlerinden olan oğlunun ve çocuklarının, Elazığ-Baskil-Muşar’daki Şeyh Hasan köyünde kurdukları Dede Ocağıdır. Şeyh Ahmet’in soyu, I.Alaeddin Keykubat’ın kız kardeşi Güher Ana’dan olan oğlu Emir-el Mümin’den yürümüştür. .
Şeyh Hasan’ın Türkistan’daki evliliğinden olma oğlu Seyyid İbrahim’e dedesi Bahşiş Han’ın da adı verildiğinden Şeyh Bahşiş olarak çağrılmaktadır. Şıh Bahşiş’in Elazığ- Baskil Adaf (Kumlutarla) köyünde muhtemelen 1224 sonrası yıllarda kurduğu dede ocağının adı Şıh Bahşiş Ocağı, oymağının adı da Bahşişli olarak anılır. Bahşişli Oymakları, Akdeniz bölgesinde yoğun olarak bulunur. Ege ve Balıkesir yörelerinde ise Tahtacı ve yörük adına dönüşmüştür. Bulgaristan’da ve Afganistan’da Bahşişli Türkmen obaları vardır.
Şeyh Hasan’ın bugünkü Tunceli yöresinde Dersim Beyi’nin kızıyla yaptığı evliliğinden doğan oğlu Selahaddin’in torunlarından Sultan Seyyid adlı bir zatın Tunceli’nin Bodik (?) köyünde kurduğu ocağın ve aşiretin adı da Şeyh Hasan Ocağı olarak anılır. Hozat’ın Dalören köyünün kendi adıyla anılan dağda türbesi olan Sultan Seyyid’in 1515-1530 yılları arasında Şeyh Hasan köyünden yöreye gittiği ileri sürülür.
Selahattin’in torunlarından Seyyid’in Bodik köyünde Sultan Seyyid adıyla; diğer kardeşi Şeyh Hasan ise, Ağdat’ta Şeyh Hasan Ocağı adıyla 1515/30 yıllarında bir dede ocağı kurmuşlardır. Torun Şeyh Hasan’ın Ağdat’taki ocağına, “Küçük Şeyh Hasan Ocağı” ya da sadece Şeyh Hasan Ocağı denmektedir.
Şeyh Ahmet’in torunlarından olan Teslim Abdal’ın bugüne kadar yüzün üzerindeki şiiri; ozanlar ile dedeler ve zakirler vasıtasıyla söylenerek yaşatılmıştır. Teslim Abdal’ın IV. Murat (1623-1640) döneminde ve 1617-1670 yılları arasında yaşadığı birçok araştırmacı tarafından ileri sürülür. Çorum ve Denizli’de de tekkesi ve makamı vardır.
Şeyh Hasan Ocağına bağlı 200 civarındaki yerleşim biriminde yöresininin inanç önderi; Rehber ya da Baba veya Dikme Dede denilen kişiler ve ocaklar vardır. Bunlardan bazıları “Ocak” statüsündedir. Keban’ın Nimri ve Zırkı Köyünde “Şeyh Hasan Rezzaki (Zevraki) Ocağı, Arapgir de Sarı Mecdin ocağı, Elazığ’da İmam Rıza ve Musa-i Hardi Ocağı, Ulaş’da Çavdarlı Ocağı, Çorum’da İmam Rıza Ocağı ve Teslim Abdal Ocağı, Tokat’ta Yunus (emre) Abdal Ocağı, Toroslarda Cılbak Baba ve Şıh Çoban Ocağı gibi onlarca rehber ocağı vardır. Bu ocakların büyük bir bölümü işlevini yitirmiştir.
1240 yılında Şeyh Hasan’ın kızı ile evlenen Celaleddin Harzemşah’ın oğlu Muhammed (Mehmet/Kal-Mem-Sır)’ın kurduğu “Dikme Dede Ocağı” süreklilik arz ederek bugüne dek önemli bir işlev görmüştür. Balıkesir’den Erzurum’a, Çorum’dan Mersin’e kadar Şeyh Hasanlı oymaklarının Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Malatya’dan bölgeye geldikleri söylenmektedir.
Onar Köylü yaşlıların anlattıklarına göre; IV. Murad, Bağdat Seferine giderken Dişterik yaylasında binlerce askeriyle konaklar. Onar Zaviyesi Postnişin Dede’si; Padişahı misafir eder ve ağırlar. Konukseverliğinden memnun olan Padişah; Dişterik yaylasını ve Şeyh Çayırını Vakfiye’ye ilave ederek bu iki araziyi Onar Köylülerine verir.
Fakat zaman zaman bu araziler Onar Köylülerinin elinden alınarak başkalarına verilir ve ihtilaflar çıkar. Erzurumlu İbrahim Hakkı (1703-1780) efendinin vakıf arazileri ile ilgili ihtilafta “ehl-i vukûf” olarak görev yaptığı yaşlılar tarafından anlatılmaktadır. Kazadaki ağaları köylüler sürekli şikayette bulunurlar. Padişah her defasında İstanbul’dan olaya müdahale eder. 19.yüzyılın başında Ağın Köylülerinden hasları işleyen bazı kişiler arazilere silah zoruyla el koyarlar. Sekiz yıllık bir hukuk mücadelesi sonucu ihtilaf çözülür. Sultan Abdülmecid’in 1852 tarihli Fermanı’yla Onar Köylülerinin lehine karar verilir. Bu tarihten birkaç yıl sonra Dişterik yaylası tekrar Onar Köylülerinin elinden alınır.
Onarlı yaşlıların anlattıklarına göre; Arapkirli Yusuf Kamil Paşa (1808-1876) eşinin ve kendisinin de Bektaşi olmasından dolayı, sarayda memuriyetliği, nazırlığı ve sadrazamlığı dönemlerinde Onar Köyü ve Arapkir’in Alevi köyleriyle yakından ilgilenir. Köylerden Alevi çocukları İstanbul’a aldırtarak okutur. Anlatılır ki, Yusuf Kamil Paşa’nın konağındaki Ayin-i Cemlere Onar köyünden olan ve okuttuğu Mıllı İsmail de katılarak davudi sesiyle duaz, miraçname ve tevhid ilahisi söyler. Abdülaziz döneminde “Büyük Ocak Tekkesi” faaliyete geçer, postnişin dede seçimleri yapılır. Ayin-i Cem törenleri açıktan yapılır, ibadetler eda edilir. Fakat Abdülhamid’in tahta çıkışıyla tekrar baskılar başlar. Onar Köyü arazileri, bağ ve bahçeleri; Arapkir eşrafına parçalanarak peşkeş çekilir.
Onar Köylülerinin Arapkir eşrafıyla sürtüşmeleri sonucu, köy Eğin (Kemaliye)’ye bağlanır. Arapkir eşrafı ve Ermeni tüccarlardan da para karşılığı alınır. Bugün ise, Onar köyü 1224 yılındaki sınırlarını bir kısım arazi eksikliğine rağmen halen korumaktadır.
Kaynak ; Malatya Evliyaları , Abdülhalim Durma