Irak – Bağdat- Şeyh Ömer Sühreverdi Külliyesi içerisinde
Adı ve Nesebi: ·
Müellifimizin adı Ömer, babasının adı Muhammed’dir. Genellikle Ebu Hafs ve Ebu Abdullah künyesiyle anılır. İbnü’n-Neccar, Sühreverdinin “Ebu Nasr”, Zehebi ise hem Ebu Nasr ve hem de “Ebul-Kasım” künyelerini taşıdığını yazıyorsa da diğer kaynaklarda bu rivayete pek rastlanmamaktadır . İslami ilimlere vukufu ve asrında sağladığı tesir ve nüfuz sebebiyle “Şihabuddin”, “Şeyhu’l-İslam” ve “Şeyhu’ş-şüyüh” lakaplarıyla meşhur olmuştur. Kaynaklarda genellikle Hz. Ebu Bekir soyundan geldiği ve bu yüzden “el-Bekri”, “et-Teymi”, ve· “el-Kuraşi” nisbeleriyle anıldığı kaydedilir. Zehebi, İbnü’l-Hacib’den naklen, onun, Ebu’I-Ferec.İbnü’I-Cevzi ile aynı soydan geldiğini ve şecerelerinin Kasım b. en-Nadr’da birleştiğini yazmaktadır . Eflaki’nin Menakıbu’l-arifin’de verdiği bilgilere nazaran Sühreverdi’nin, Ebu Bekir soyundan olmak münasebetiyle Mevlana ile de akraba olduğu anlaşılmaktadır .
Ebu Hafs Ömer es-Sühreverdi, içlerinden pek çok alim ve sufi yetişmiş seçkin bir aileye mensuptur. Babası Ebu Cafer Muhammed, amcası Ebu’n-Necib Ziyauddin Abdülkahir es-Sühreverdi ve büyük dedesi Ammuye lakabıyla meşhur Abdullah b. Sa’d alim ve sufi kişilerdi. Babası Muhamhed’in, amcası Abdülkahir gibi, Sühreverd’den Bağdat’a gelerek Nizamiye medresesinde okuduğu; Es’ad el-Miheni’den fıkıh icazeti alarak bir süre aynı medresede müderrislik ve Kasr Camii’nde vaizlik yaptıktan sonra memleketi Sühreverd’e kadı olduğu rivayet edilmektedir. Ebu Ca’fer Muhammed, Sühreverd kadısı iken bir iftira sonucu idam edildiğinde Ebu Hafs Ömer es Sühreverdi, altı aylık bir küçük çocuktu .
Amcası Ebu’n-Necib es-Sühreverdi, onun hayatına yön veren hocasıdır. Sühreverdi Avarifu’l-maarif’te amcasından sık sık bahseder ve hadis senedlerini genellikle ona dayandırır.
Tasavvuf tarihimizde onun ve amcasının dışında Sühreverdi nisbesiyle meşhur olan başka kimseler de vardır. Nitekim onunla çağdaş, Şihabuddin Yahya b. Habeş es-Sühreverdi, lakap ve nisbelerindeki benzerlik sebebiyle zaman zaman onunla karıştırılır.
Memleketi ve Doğumu:
Sühreverdi’nin biri doğup büyüdüğü, diğeri yetişip hayatının büyük bir bölümünü geçirdiği iki memleketi vardır: Şihabuddin Ömer, İran’ın Irak-ı Acem bölgesinin, Kuzey-Batı köşesinde Cibal eyaletinde Zencan’a bağlı küçük bir kasaba olan Sühreverd’de doğdu. Doğum tarihi ile ilgili olarak kaynaklarda genellikle kabul edilen rivayet, talebelerinden İbnu’n-Neccar‘ın bizzat kendisinin ağzından tesbit ettiği 539 Hicri yılı Receb’inin son ve Şaban’ın ilk gecesi (27 Ocak 1145)’dir .
Şihabuddin’in memleketi Sühreverd, o günlerin büyük bir yerleşim bölgesi ve şehir merkezi hükmünde iken bugün küçük bir kasaba durumundadır. Sühreverdi nin ikinci memleketi Bağdat’tır. O, doğduğu memleketinde ilk ilimleri öğrendikten sonra on altı yaşlarında bir delikanlı iken amcası Ebu’n-Necib es-Sühreverdinin yanında Bağdat’a gitti. Amcasının vefatına kadar ondan, daha sonra Bağdat’ın diğer alimlerin den ilim tahsil etti ve ömrünün seksen yıla yakın bir kısmını Bağdat’ta geçirdi.
İbnu’n-Neccar ve ondan naklen diğer kaynaklar, Sühreverdinin ilim tahsilinden sonra uzunca bir süre insanlardan uzaklaşıp halveti ihtiyar ettiğini; oruç, namaz ve zikirle meşgul olmaya başladığını; ancak yaşı kemale erdikten sonra amcasının Dicle nehri kenarındaki medrese ve tekkesinde vaaz vermeye başladığını, son derece etkili konuşmalarının kısa zamanda geniş bir kitlenin hüsn-i kabulüne mazhar olduğunu ve pek çok kimsenin kendisine intisab ettiğini anlatmaktadırlar . en-Nücümü’z zahire’de, Ebu’l-Muzaffer sibt İbni’l-Cevzi’den naklen, O’nun 590/1194 yılında Makber mahallesinde toprak bir minber üzerinde vaaz ettiği rivayetine bakılırsa bu senelerde artık irşadla meşgul olmaya başladığı anlaşılır.
Sühreverdinin yaşadığı asır, tarikatların yeni kurulmaya başladığı bir dönemdi. Bu yüzden o, kendisini tasavvuf için hazır bir ortamda buldu. Ailesinin şöhreti, kendisinin ilmi kudreti, etkisini daha da artırdı: Özellikle Halife Nasır, ona yakın olmaya özel bir özen göstermekteydi. Bazı kaynaklarda kendisinden pek iyi sıfatlarla bahsedilmeyen Halife’nin, hadis rivayetiyle meşgul olacak kadar ilmi konulara, Sühreverdi‘nin tekkesinde kendisini ziyaret edecek kadar tasavvufi mevzulara ilgi duyması dikkat çekicidir. Halife’nin yapacağı işlerde onunla iştişare etmeden işe başlamadığı ve bunu bir teberrük saydığı , hatta Sühreverdiye intisab ettiği rivayet edilir.
Sühreverdi’nin müridlerinden İbnu’s-Sai’nin Ahbaru’z-zühhad adlı yazma eserinden naklen bilgiler veren Beşşar Awad Maruf, “Nasır’ın Bağdat Merzebaniyye tekkesinde şeyhle haşhaşa kaldığını” anlatmaktadır (13). Misbahu’l-hidaye müellifi İzzuddin Ali el Kaşi (veya el-Kaşani) aynı Halife’nin kendi adına yaptırdığı tekkeye Sühreverdiyi şeyh yaptığını anlattığına bakılırsa Halife’nin, ona intisab etmemiş olsa bile, derin bir saygı ile bağlı bulunduğu anlaşılmaktadır. Kaynaklar, Nasıriyye, Bistamiyye ve Me’muniyye tekkelerinin şeyhliğinin Sühreverdi’ye aid bulunduğunu ve kendisinin Bağdat’taki bütün tekkelerin irşadda nihai mürşidi sayıldığını zikrederler. Kendisi ne “Şeyhu’ş-şüyüh”, “Şeyhu’l-İslam”, “Şeyhu’l-Irak” unvanları verildiğine bakılırsa onun bu devirdeki etkisi daha iyi anlışılır.
Diplomatik seyahatleri
Sühreverdi nin Halife ve devlet ricaliyle yakın münasebetler kurması ve onların sempatisini kazanması, diplomatik görevlerle bazı seyahatler yapmasını gerektirmiştir. Fakat Halife Nasır döneminde Halife’nin siyasi otoritesini iade ve Selçuklu devletinin dağılması. gibi sebeplerle çıkan bazı fitneleri bastırmak, komşu İslam ülkeleriyle bazan dostluk münasebetlerini güçlendirmek, bazan da sulh sağlamak maksadıyla Sühreverdi’nin elçi sıfatıyla görev yaptığını görüyoruz.
Zehebi, onun bir kaç defa Şam’daki Melik Eşref diye anılan Eyyubi sultanına ve Halife ile arası pek hoş olmayan Harzemşah sultanına elçi olarak gönderildiğini anlatır. 614/1217 yılında 400.000 kişilik bir orduyla Bağdat’ı almak üzere yola çıkan Harezm sultanını bu fikrinden caydırmak üzere Halife, Sühreverdi’yi göndermişse de sultan bir türlü fikrinden vazgeçmemişti. O sırada mevsimin kış olması sebebiyle ya ğan kar, ordunun telef olmasına sebebiyet verince Sultan, Bağdat’ı işgal etmekten vazgeçerek geri dönmüştü .
Zehebi, tarihini kaydetmeden naklettiği Melik Eşref Musa’ya elçi olarak gidişinde Melik’in Sühreverdi‘yi çok iyi karşıladığını ve ona hiç bir elçiye yapılmayan hüsn-i muameleyi gösterdiğini anlatmaktadır. Sühreverdi’nin çağına yetişen fakat onunla görüşme imkanı bulamayan Ebu Şame el-Makdisi (665/1266) onun bir kaç defa Şam’a geldiğini ve vaaz verdiğini yazar.
İbn Hallikan’ın verdiği bilgiye göre Sühreverdi Erbil Atabeklerine de elçi olarak gönderilmişse de, bu görevin hangi tarihte ve hangi Atabek zamanında olduğuna dair bir bilgiye sahip değiliz. Sühreverdi elçilik görevlerinden birini de Konya Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat’a Halife Nasır’ın mesajını ulaştırmak üzere yapmıştır (618/1221). Sühreverdi, Halife’den aldığı mesaj ve itimadnameyi götürürken yolu üzerinde uğradığı Malatya’da Mirsadu’l-ibad müellifi “Necmeddin Daye” veya “Necm Razı’ lakaplarıyla meşhur, Necmeddin Ebu Bekir b. Muhammed (ö. 654/1256) ile karşılaşır , O sırada 45 yaşlarında genç bir ilim adamı olan ve Horasan diyarından Moğol işgalinden kaçıp gelen Necmeddin Daye, 78 yaşında bulunan yaşlı şeyhe hürmet gösterir ve eserinin ilk redaksiyonunu ona takdim eder. Sühreyerdi, onun bu eserini çok beğenir ve Konya’ya götürerek görüşme sırasında Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat’a takdim ve tavsiye eder. Nefehat’ın Mevlana ve Sadreddin Konevi ile de görüştüğünü kaydettiği Necmeddin Daye, belk: de Sühreverdi ile birlikte Konya’ya gelmiş, oradan Kayseri ve Sivas bölgesine geçmiştir. Mirsadü’l-ibad’ın sonunda yer alan “Hatime-i tahrir-i düvvüm-i Mirsadü’l-ibad” başlığından eserin ikinci defa redakte edildiği ve bu redaksiyonun Sühreverdi’nin seyahatinden iki yıl sonra, 620/1223 yılında tamamlandığı anlaşılmaktadır.
Eflaki’nin verdiği bilgilere nazaran Sühreverdi, elçilik göreviyle Konya’ya geldiğinde Alaaddin Keykubat, eğlenmek üzere Gavale kalesine gitmiş, Mevlana’nın babası Sultanu’l-ulema Bahaeddin Veled‘i beraberinde götürmüştü. Sühreverdi’nin Halife’nin mesajıyla geldiği haberini alan sultan, onun da Gavale’ye getirilmesini emretti. Sultan ile Sühreverdi, resmi görüşmelerini tamamladıktan sonra Sühreverdi ile Bahaeddin Veled, derin bir sohbete daldılar. Bahaeddin Veled’in Belh’ten gelirken uğradığı Bağdat’ta tanıştığı Sühreverdi’ye saygıda kusur göstermemesinin asıl sebebi, belki bu eski hukuklarıydı. Nitekim Sühreverdi, Bağdat’ta ona misafirperverlikte kusur etmemişti. Ayrıca hem Bahaeddin Veled, hem de Sühreverdi Hz. Ebu Bekir neslinden olduklarından kendilerini birbirlerine akraba sayıyorlardı. Sühreverdi, Sultan’ın ve Bahaeddin Veled’in bir kaç gün misafiri oldu. Sultan, gördüğü bir rüyanın tabiri münasebetiyle hem Bahaeddin’e, hem de Sühreverdi’ye pek kıymetli hediyye ve ihsanlarda bulundu. Sühreverdi bu seyahati sırasında henüz 14-15 yaşlarında genç bir delikanlı olan Mevlana ile de görüşmüş olmalıdır.
Sühreverdinin diplomatik seyahatlarından başka, hacc için doksan yaşına gelince ye kadar her yıl olmasa bile sıkça Mekke ve Medine’ye gittiğini, hayatından bahseden kaynakların hemen hepsine yakın kısmı, haber vermektedirler. O’nun hac seyahatlarının tarihleri ve seyri hakkında geniş bilgiye sahip değiliz. Kaynakların verdiği bilgiye göre en son 628 yılında (m. 1230) hac farizası için Mekke’de bulunduğu sıra da meşhur mutasavvıf şair İbnu’l-Farid ile görüşmüş, onun iki oğluna tarikat hırkası giydirmiştir. Sühreverdi aynca İ’lamu’l-hüda adlı eserini de Mekke’de kaleme aldığını ifade etmektedir. Bu ifadeler, onun zaman zaman Mekke’de mücavir olarak kaldığını göstermektedir. Nefahat müellifi Sühreverdi’nin Avarif’i de Mekke’de kaleme aldığını yazıyorsa da başka kaynaklarda ve Avarif’te bu konuda bilgiye rastlanmamıştıır. İbnü’l-Farid’in oğulları ve talebelerinden başka Mısırlı Ziyaeddin İsa b. Yahya el-Ensari es-Sebti aynı yıl, Mekke’de Sühreverdi’den tarikat hırkası giydi.
Vefatı
Sühreverdi, gerek diplomatik seyahatları ve gerekse hacc seferleri ve eserleri sebebiyle daha hayatında iken alem-şümul bir şöhrete kavuşmuştu. Bu yüzden hayatının son dönemlerinde onun yanına dünyanın her yerinden pek çok ziyaretçi gelmiş, elini öperek huzurunda tevbekar olmuştur. Asrının şeyhleri müşkillerini yazılı veya şifahi olarak ona sorarlar, o da bunlara cevap verirdi. Hatta onun kendisine sorulan suallere verdiği cevaplar, daha sonra bir eser haline getirilmiştir.
Sühreverdi bir asra yaklaşan ömrünün son zamanlarında gözlerini kaybetti ve kötürüm oldu. Buna rağmen evradını terketmediği gibi, cuma vaazlarına müridlerinin yardımıyla mahmil içinde çıkmaya devam ediyordu. Vefatına yakın günlerde ise iyice zayıflayıp dışarı çıkacak takati kalmamıştı. Nihayet 632 Muharrem’inin ilk gününde (26 Kasım 1234) vefat etti. Cenazesi ertesi gün büyük bir cemaatle kaldırılarak Verdiyye semtinde bulunan tekkesindeki türbesine defnedildi.
Kaynak ; ) Büyük İslâm ve Tasavvuf Önderleri, Vefâ Yayıncılık, s.99-105, İstanbul 1993. İlim ve Sanat Dergisi.