Irak – Halepçe’ye Bağlı Biyare köyündeki dergahında
Şeyh Ömer Ziyaüddin hazretleri, Şeyh Osman Siracüddin Tavili’nin oğludur. 1255/1839 yılında Biyârede doğmuştur. İlk eğitimini ilim ve tasavvuf ocağı olan ailesinden alan Şeyh Ömer, Kur’an-ı hatmedip sıralı ilimleri okumaya başlamıştır.
Babası Şeyh Osman Siracüddin onun Talabânî Tekkesi’nin postnişîni Şeyh Abdurrahman Hâlis el-Kerkükî (v. 1275/1858)’den istifade etmesi ve yanında tasavvufî eğitim görmesi için Kerkük’e göndermiştir. Fakat Kerkük’teki tekkede çok rahat hareket edip tasavvufî eğitimin gereklerinden uzaklaştığını işitince onu hemen geri çağırıp kendi gözetimi altında medrese eğitimini ikmal ettirmiş ve tasavvufî eğitimden geçirerek ona tarîkat icâzeti vermiştir. Şeyh Ömer, irşad icazeti bulunduğu halde babasının emri üzerine kardeşi Şeyh Muhammed Bahauddin’in gözetiminde Tavîle Köyü’ndeki ilmî ve tasavvufî faaliyetlere yardımcı olmuştur. Kardeşi Muhammed Bahauddin’in 1298/1880 de vefatından sonra Tavîle Köyü’nden ayrılarak Biyâre’ye gelmiş ve ailesiyle oraya yerleşmiştir. Bilahare Bağdat, Necef ve Kerbela şehirlerine giderek oraları ziyaret eden Şeyh Ömer Biyâre’ye döndükten sonra sırasıyla Hanekîn, Kazrabât ve Kifrî bölgelerine birer tekke kurmuştur.
Şeyh Ömer uzun bir süredir Biyâre Medresesi’nde devam ettirilen ilim ve irşad faaliyetlerinde medresenin artık ihtiyaca cevap veremediğini görünce 1307/1889 tarihinde müştemilatıyla beraber müstakil bir tekke ve medrese yaptırmıştır. Şeyh Ömer döneminde Biyâre Medresesi’nde çok sayıda talebe eğitim görmüş ve mezun olmuşlardır. Sonradan bir kısmı çok yüksek mevkilere gelen bu talebeler içinde Irak müftülerinden Şeyh Kâsım Kaysî, Molla Abdullah el-Vulzî, Molla Zeynelabidin en-Nûdşî, Molla Abdullah Kânî Sânânî, Molla Abdullah el-Ubeydî, Molla Mustafa el-Hurmâlî gibi âlimler yer almaktadır.
Şeyh Ömer Ziyaüddin ilim talebeliğini müritlikten daha önde görür ve talebelere çok değer verirdi. Tekkeye dinî ilimlerle ilgili kitap getirildiğinde yahut kendisine hediye kitap gönderildiğinde Allah’a şükreder ve bu eserlerle dinine hizmeti nasip ettiği için şükür secdesine kapanırdı. Kendisine Osmanlı Devleti’nin tahsis ettiği aylık üç lira maaşı önce fakir ve muhtaçlara dağıtmış bir süre sonra ise bu aylığı almayı reddetmiştir. Neden bunu yaptığını soranlara ise buraya insanlar her taraftan gelip kalırlar ve Ben “Beytü’l-Mal”den tahsis edilen bir paranın sorumluluğunu ve vebalini yüklenemem diye cevap vermiştir. Aynı şekilde Kaçar Şahı Nasruddin’in tekkenin bütün masraflarını karşılamaya hazırım teklifine de olumsuz cevap vererek nazikçe reddetmiştir.
Şeyh Ömer Ziyaüddin hafî zikrin yanında cehri zikir de çektirmesi, ilime, eğitime ve farklı kültürlere ilgisi, kullandığı “Feyzî” lakabıyla Arapça, Farsça ve Kürtçe şiir yazmadaki kaabiliyetiyle seleflerinden farklı bir mutasavvıf olduğunu ortaya koymuştur.
Şeyh Ömer Ziyaeddin Hazretlerinin Silsile-i Şerifi
On erkek çocuğu bulunan Şeyh Ömer bunlardan ikisine irşad izni vermiştir.Bunlar Şeyh Necmeddin ve Şeyh Alaaddin’dir. 1318/1900 yılında vefat eden Şeyh Ömer Ziyaeddin kabri Biyare Tekkesinde bulunmaktadır.
Şeyh Ömer Ziyaeddin Hazretleri’nin Kerametleri
Hazret-i Şeyh Muhammed Osman Siraceddin-i Sâni (KS) anlatıyor:
Saygıdeğer pederim Şeyh Alâeddin (KS), Hormal kasabasında dedem Şeyh Ömer Ziyaeddin (KS)’in hizmetinde bulunuyormuş. Günün birinde dedem Şeyh Ziyaeddin, babama: “Haydi, seninle birlikte, büyük bilgin Şeyh Nesim’i ziyarete gidelim” demiş. Bu şeyhin Şeyh Kasım ve Şeyh Vesim adında derin bilgi sahibi iki kardeşi daha varmış. Birlikte bu zatın ziyaretine gidip ona misafir olmuşlar. Gece yatmak zamanı gelince ev sahibi, dedeme: “Nerede yatmak istersin?” diye sormuş. Dedem onlara: “Ben, Şeyh Nesim’in bulunduğu yerde yatmak isterim, yeter ki başlarımız birbirine yakın olsun” demiş.
Dedem Ömer Ziyaeddin (KS), uyku halinde içinde, ilmin özünü taşıyan sözcüklerle yüksek bir sesle konuşmaya başlamış. Birbirlerine yakın baş başa yattıkları için Şeyh Nesim uyanık bir halde, dedemin bu uyku halindeki konuşmalarını dikkat ve incelikle dinliyormuş. Sabaha kadar bu konuşma sürmüş. Şeyh Nesim de uyumadan, merakla ve yorulmadan onu dinlemiş. Sabah olunca ev sahibi, dedeme: “Allah’a and içerim ki, ne eskilerden ve ne de yenilerden bugüne dek böyle ilmin özüyle konuşan bir kimseye rastlamadım ve kimseden böyle bir şey işitmedim ve yine Allah’a and içerim ki, bu gece duyduklarıma göre ne derece cahil olduğumuzu anlamış olduk” demiş.
Bir gün Molla Abdülkâdir, Ömer Ziyâeddin ve diğer bâzı talebeleri ile Horaman’a gitmek üzere yola çıkmıştı. Molla Abdülkâdir ilimde oldukça yükselmiş, Ömer Ziyâeddin Efendinin kerâmetini görüp öyle bağlanmak istiyordu. Yolda, ikindi vakti, yolun kenârında dokuz-on kişinin üzerinde rahatça cemâatle namaz kılabilecekleri bir kayalık yere geldiler. Ömer Ziyâeddin Efendi ikindi namazını burada kılmayı emretti. Namazdan sonra Molla Abdülkâdir’e; “Benden bir şey istemiştiniz. İşte isteğinizin vakti geldi.” buyurdu ve meâlen; “Eğer biz bu Kur’ân-ı kerîmi bir dağa indirmiş olsaydık, sen onun Allah korkusuyla, baş eğerek parça parça olduğunu görürdün.” (Haşr sûresi: 21) âyet-i kerîmesini okudu. Bu esnâda üzerinde bulundukları kaya ikiye ayrılmış, Ömer Ziyâeddîn’in oturduğu kısım diğerlerinin oturduğu kısımdan ayrılmıştı. Bunu gören Molla Abdülkâdir, özür dileyerek Ömer Ziyâeddîn Efendinin talebesi oldu.