Şırnak Cizre Sax ( Çağlayan) köyü ile Ziyaret köyü arasındaki Kürsü denilen mevkii deki kabristanda (hebler – hisar köyü yakınında)
Şeyh Yahya Munis (Dirşevi) Hazretleri’nin Silsile-i Şerifi
Hz. Şeyh Yahya, Cezire-ı İbn Ömer (Cizre) de hicri 1309 yılının zilkade ayında (Mart 1891) dünyaya geldi. Arabi ilimleri (halasının oğlu) Şeyh Sirac bin Hz. Şeyh Ömer Zengani’nin yanında okudu. Çünkü Şeyh Sirac, dayısı Şeyh Abdulhakim’in vefatından sonra ailenin ve medresenin müderrisi olmuştu. O (Hz. Şeyh Yahya) tasavuffen de Babası Hz. Şeyh Abdulhakim ve amcası olan Hz. Şeyh Muhammed Nurinin terbiyesinde yetişti. Hz. “Şeyh Muhammed Nuri, ağabeyi olan Hz. Şeyh Abdulhakim’in vefatından sonra bölgenin irşad şeyhi ve postnişini olmuştu. Hz. Şeyh Yahya bu iki zatın ilmi ve irfani eğitiminden geçtikten sonra, büyük bir alim, mürşid-i kamil, veli, muttaki ve zahit bir sofi oldu. “Daha doğrusu sıra dışı bir şeyh oldu.” Onunla haşir neşir olan ve onu tanıyan herkes buna şahitlik eder. Hatta yöre insanının tümü kendisini bu yönleri ile bilir ve tanırlar.(El Kutuf El-Cenniye) adlı eserden tercüme edilmiştir)
“ Bundan dolayı, yöre halkı; Şeyh Yahya’yı son yüzyılda yaşamış Cizre’nin sıra dışı âlim ve mutasavvıfı olarak kabul ederler. Şeyh, yaşamında mürşidi kâmil ve güvenilir bir hakem olarak kabul edildiği halde, ölümünden sonra da, yöre halkı tarafından bu rolüyle kabul etmiştir. Özellikle mal alışverişi, hırsızlık gibi anlaşmazlıklarda; başına veya türbesin de yemin edilerek kişiler arasında bir uzlaşı sağlanılan mekânların başında gelmektedir. Türbenin ikinci bir fonksiyonu da bir emanet yeri olarak kabul edilmesidir. Türbeye bırakılan eşyalar türbenin çarpacağı korkusu ve çevrede duyulan saygıdan dolayı eşyaların sahibi onu almayana kadar aylarca beklese bile kimse dokunmamıştır, dokunmuyor…”
Hz. Şeyh Yahya, ilim tahsilini bitirince, Botan beylerinin sayfiye (yazlık) köyü olan Şax (çağlayan) köyünde ikamet etmeye başladı. Geçmişi yüz yıllara dayanan meşhur medresesinde ders vermeye başladı. Babası da bu meşhur medresede uzun yıllar ilim okutmuştu. Tasavvufi hayatında kendini o kadar zühde vermişti ki , bir yumuşak yatak dahi edinmedi. Taşların üzerine serili olan birkaç tahta üzerinde yatardı. Tahtaların üzerinde incecik bir hasır ve tek bir seccade vardı. Seccadesi yabani dağ keçisinin dersindendi. Çünkü o her hal ve hareketiyle Hz. Muhammed’i (s.a.v) örnek alıyordu. Hz. Peygamberin (s.a.v) yatağı da içi kuru hurma dallarıyla dolu olan bir deriden ibaretti. Bazen üzerinde oturduğu hasır mübarek bedeninde iz bırakırdı. Hz. Muhammed (s.a.v) rahat bir yatak edinmedi, böyle bir teklifi de hiç kabul etmedi.
Haram maldan son derece sakınırdı. Malı şüpheli olan birine misafir olduğunda onların sofrasından yemez, talebelerine de yedirmezdi. Böyle durumlarda beraberinde getirdiği azıktan yerlerdi. Örneğin; Bir defa, hac yolculuğuna çıkarken; Suriye’de bulunan ve aşiret reisi olan meşhur Haco Ağaya misafir olmuştu. Bu şahıs Hevêrka aşiretinin lideriydi. Şeyh efendi üç gün boyunca onun konağında misafir kaldığı halde, ağzına yemeklerinden tek lokma bile almadı. Yanında getirdiği yolculuk azığından yerdi. Halbuki hac için gerekli olan pasaportun alınmasında Fransız yetkililere Haco Ağa aracı olmuştu. Şeyh efendinin onun yemeklerini yememesine Haco Ağa içerledi. Ama, sonradan bu aile fertlerinin ağaların sofralarından takvaları gereği yemek yemediklerini öğrenince kızgınlığı kalktı.
Hz. Şeyh Yahya (r.a.) Son asırda yetişen, zahir ve batın ilimlerinde kâmil ve dört mezhebin fıkıh bilgilerinde mahir, büyük âlim olmanın yanı sıra o sofiliğin, ruh ve bende temizliğinin felsefesini yapan büyük meşayihlerdendir.(El Kutuf El-Cenniye) adlı eserden tercüme edilmiştir)
Medresesi ve Talebeleri Eğitmesi
“Şiddetli böbrek ağrısına rağmen medresesinde talebelerine ders vermeyi, onları ilmi olarak eğitmeyi terk etmedi. Arabi ve dini ilimlerin yasak edildiği cumhuriyettin İlk yıllarında (Atatürk ve tek partili dönemlerinde) bile bu hizmetine ara vermedi. Medresesinden ilim ve irfanla donanmış birçok alim yetişti. Hoca talebenin örnek aldığı şahsiyettir.
Hilafeti ve İrşad faaliyetleri
Hz. Şeyh Yahya halifeliği Şeyh İbrahim Hakkı’dan aldı. Hilafet ona hayırlı olsun mübarek olsun. Çünkü hakkıyla elde etti. Kendisi buna layıktı. Çünkü kal’den çok hal ile mürşid idi. Çok fazla mürid edinmezdi. Sanki kendisine Mevlana Halid Zülcenaheyn’in şu sözünü düstur edinmişti: Biliniz ki sizlerden en fazla değer verdiklerim müritleri tabileri ehli dünya ile alakaları az, dünyaca yükleri en hafif olanlardır, fıkıhla hadisle çok ilgilenenlerdir. “bazı hadislerde şöyle rivayet edilmiştir: “Kişi, sultana ne kadar yaklaşırsa Allah’tan (cc) o nispette uzaklaşır.” Tabiileri arttığı oranda şeytanları da artar. Kıyametteki hesabı da daha ağır olur. Madem ki durum bundan ibarettir, bu sınıflarlarla (sultanlarla, ağalarla, beylerle ve erkanlarıyla) yakınlaşma arzusu mal ve para hırsından, şöhret olma arzusundan, makam-mevki sevgisinden ileri geliyor. Tüm bu niyetlerin de fesat ve kötülük içerdiği alenidir.
Hicreti ve Memleketinden Göç Etmesi
Cumhuriyettin İlk yıllarında (Atatürk döneminde) akrabaları hicri 1344’te şaban ayında (10 Şubat 1926) Irak’a, var olan baskılardan dolayı göç edince Cizre’nin bazı ileri gelenleri şeyh efendiye Şax (Çağlayan) köyünden Cizre’ye daha yakın olan Serdahl (Bağlarbaşı) köyüne taşınmasını tavsiye ettiler. Çünkü devlet, tüm aile fertlerinin Serdahl ve Hoser köylerinden göç ettiklerini haber almıştı.
Hz. Şeyh Yahya da o zamanki yönetime duyulan endişelerden dolayı bir süre sarp dağlarda, rutubetli mağaralarda saklanmıştı. Yerinin bilinmemesi için sürekli yer değiştiriyordu. Kış mevsimi olduğundan dolayı şiddetli soğuklara maruz kalıyordu. Bu zor şartlarda bile teheccüd dahil tüm ibadetlerini yerine getiriyordu. Soğuklar, rutubetli mağaralar onun böbreklerinin iltihaplanmasına neden oldu. Zaten sonraki yıllarda da (elli bir yaşında) bu hastalıktan dolayı vefat etti. Akraba ailelerin bazıları Eylül 1928’de ilan edilen genel aftan sonra Türkiye’ye tekrar dönünce o da tekrar Çağlayan köyüne taşındı.
Türkiye’de alimlere, din adamlarına yapılan baskıların sona ermemesi üzerine, akrabaları 1933 yılında (h.1352) Suriye’ye tekrar hicret edince o da onlarla beraber hicret etti. Orada aşağı Mezri köyünde ikamet etti, bilahare Dérka Beravé köyüne taşındı. Daha sonraları İngiliz askerleri Suriye’ye girince Türkiye’ye dönüp tekrar Çağlayan köyüne yerleşti. Bir süre sonra bu köye yakın olan Ziyaret köyüne taşındı. Bu esnada böbrek ağrıları daha da artmış, tahammül edilemez bir düzeye gelmişti. Buna rağmen ibadetlerine (günlük zikir ve evratlarına) devam ediyordu. O zamanlar tedavisi o bölgede bulunmayan bu ağır hastalığına sabrederdi.
Vefatı ; Şırnak Cizre Sax ( Çağlayan) köyü ile Ziyaret köyü arasındaki Kürsü denilen mevkii deki kabristanda Hz. Şeyh Yahya hicri 1361 yılında (miladi 1942) vefat etti. Şax (Çağlayan) köyünün Cudi dağının eteğinde yer alan, ziyaret köyüne yakın olan Kürsü denilen mevkideki kabristanda defnedildi. Sonradan üzerine inşa edilen kubbesi bölge halkı arasında ziyaretgahtır. Allah’ın (cc) rahmeti üzerine olsun, mekanı cennet olsun.