kayseri – melikgazi – Seyyid burhaneddin mezarlığı
Mutasavvıf, İslam Alimi ve düşünürü (Özbekistan /Tirmiz,1165 /1166 – Kayseri, 1244). Tam ismi Seyyid-i Sırdan Burhanu’l-Hak ve’d-Din Hüseyin Muhakkik Tirmizi’dir. İnsanların kalplerinden geçen gizli sırları keşif yolu ile bildiğine inanıldığı için Horasan, Tirmiz, Buhara gibi şehirlerde kendisine “Seyyid-i Sırdan”(sırların efendisi) denildi. Hakikatleri iyice araştırıp tetkik ettiği, ilimde taklidi bilgi düzeyini aşıp en üst dereceye ulaştığı için de “Muhakkık” (hakikati araştıran) unvanı verildi.
Döneminin dini ilimlerini tahsil etti ve kendisi şair olmasa da şiire karşı ilgi duydu. Hakim Senai gibi sufi şairlerin şiirlerine düşkündü. Ayrıca tıbbi bilgisine baş vurulan mümtaz bir kişiydi. İlim ve irfan tahsilinin önemli bölümünü Belh’te, Mevlana’nın babası Bahaeddin Veled‘in yanında tamamladı, hem zahir (müsbet) hem batın ilimleri tahsil etti. Gençliğinin ilk çağlarında Bahaeddin Veled‘e intisap ederek ilk aşa mada kırk gün hizmetinde bulundu. Tasavvufi kaynaklara göre velilik ve keşif adına elde ettiği her şeyi o kırk günlük hizmeti esnasında elde etti. Mürşidinin irşadıyla, birçok makam ve hallere erişti. Bahaeddin Veled’e intisap ettiği dönem de ağır nefis mücadeleleri geçirdi. Cezbeli, dünyadan uzak ve manevi sarhoşluğu uyanıklığına galip bir dervişti.
Şeyhinin sohbet meclisindeki coşkunluğu, bazen onu kendi kabına sığmaz hale getirince Şeyh Bahaeddin Veled,“Seyyid’i meclisten dışarı çıkarın da huzurumuz bozulmasın.” diye uyarmak zorunda kalırdı. Şeyhinin sesini işitince derhal cezbe halinden çıkar, ayakları yere basardı. Bahaeddin Veled’e mürid (bağlı) olduğu dönemde, yaşadığı cezbe hali sonucu on yılı aşkın bir süre tedirgin ve kararsız bir halde dolaştı. Bu kararsızlığına, eriştiği tecelli nurlarının çokluğu ve birbiri ardına gelen tasavvufi haller neden oldu. Çok ağır usullerle nefis mücadelesini sürdürdü. Bu mücadele dönemi on iki yıl sürdü. Bunun ardından bir gün artık maksadın hasıl olduğuna, mücadeleyi bırakması gerektiğine dair ötelerden bir ses işitmesi üzerine dünyadan el etek çekmeyi bıraktı.
Ders verdiği bağlılarına, benzer bir seyr ü süluk metodu uyguladı. Bu metot, öncelikle nefsin terbiyesi için ağır bir el etek çekme evresi, ar dından da onların topluma hizmete yönlendirilmesinden ibaretti. Bu husus, talebesi Mevlana’nın da tasavvufi irşat metodunun umdelerinden birini oluşturdu.
Halkın kendisine olağanüstü nitelikler atfetmesini önlemek, kulluk ve insanlığın üstüne çıkarılabilecek kötü zanlarını gidermek için daima özen gösterdi, kerametlerini gizli tutmaya ehemmiyet verdi. Hocası ve şeyhi Bahaeddin Veled’in Belh’ten göç etmesiyle, doğduğu şehir Tirmiz’e geçti ve orada yaşamaya başladı. Tirmiz’deyken Bahaeddin Veled’in H 18 Rebiulahir 628 (M 23 Şubat 1231) günü Konya’da vefatı üzerine etrafındakilere, “Şeyhim bu toprak aleminden temiz aleme göçtü.” diyerek ağladığı belirtilir. Hocası ve şeyhi için gıyabi cenaze namazı kıldı. Şeyhinin vefatından kırk gün geçtikten sonra gördüğü rüyadaki manevi işaret üzerine, Tirmiz’den Anadolu’ya göç etme kararı aldı. Birkaç yakın bağlısıyla yola çıkarak Anadolu’ya geldi. Kayseri’ye uğradı ve Konya’ya geçti. Konya’ya geldiğinde Bahaeddin Veled’in ölümü üzerinden tam bir yıl geçmişti. Mevlana, o sıralar Larende (Karaman) şehrine gitmişti. Birkaç ay, Konya’daki Sincari Mescidi’nde inzivaya çekildi. Daha sonra iki dervişle Mevlana’ya bir mektup gönderdi ve ondan Konya’ya dönmesini istedi.
Mevlana’yı, zahiri ilimleri tahsil etmesi için Halep ve Şam’a gönderdi. Mevlana’nın ilim tahsili için Halep ve Şam’da bulunduğu süre zarfında Kayseri’de kaldı. Bu süre zarfında Mevlana da ailesini ve şeyhini ziyaret için ara sıra Kayseri ve Konya’ya geldi. 1237’den önceki dört ve ya yedi yılı kapsayan bu ilim tahsilinden sonra Mevlana’yı Kayseri’de karşıladı. Vezir Sahib Şemseddin İsfahani’nin Mevlana’yı kendi sarayında ağırlamak istemesi üzerine “Babanın adeti medresede konaklamaktır.” diyerek buna izin vermedi. Anadolu’ya geldikten sonra hayatının büyük bölümünü Kayseri’de geçirdi. Ancak bazı dönemler Mevlana’nın eğitimi için Konya’ya gitti, Konya’dan ayrıldığı dönemlerde tekrar Kayseri’ye döndü. Mevlana’ya tam dokuz yıl mürşitlik yaptı. Mevlana’nın tasavvufi eğitim sürecinin pişme ve olgunlaşma aşamasının etkin yol göstericisi olarak Mevlana’nın seyr ü süluk anlayışının şekillenmesinde önemli tesire sahiptir. Ancak kendisinin de bu süreçte Mevlana’dan çok şeyler aldığını, şu sözüyle belirtir: “Benim onun üzerinde hakkım vardır. Ama onun benim üzerimdeki hakkı benimkinin binlerce mislidir.” Mevlana’nın tasavvufi eğitim sürecinin tamamlandığını görünce Mevlana’dan, Kayseri’ye temelli dönmek için izin istedi. Seyyid Burhaneddin’in o zamanlar “Daru’l Fetih” denilen Kayseri’yi çok sevdiği, Ali Dağı’na çıkarak orada ibadet ve dua ettiği kaydedilmektedir.
Kaynaklar ondan “dönemin Kayseri’sin de etrafındaki insanlara rehberlik eden gönül kandili nurlu bir şeyh ve bilge” olarak söz eder. O dönemde Kayseri, Selçuklu Veziri Sahip Şemseddin İsfahani’nin yönetimi altındaydı. Kayseri ileri gelenlerinin onun sohbetlerine katıldığına, dönemin Kayseri valisi konumundaki Selçuklu Veziri Sahip Şemseddin İsfahani’nin ona bağlandığına dair rivayetler, Kayseri’de Seyyid Burhaneddin’e gösterilen toplumsal yöneliş ve hür metin ipuçlarıdır.
Mevlevi kaynaklarından Sipehsalar Risalesi’nde, keramet ve güzel vasıflarının çok olduğu belirtilmektedir. Nefisle savaşmaya daima dikkat eden, müşahede sahibi bir veli, boş söz ve işlerle uğraşmama konusunda son derece titiz bir bilge olarak tanındı. Sohbetlerinde genelde tevhidin hakikati üzerinde durdu. Halvete (Allah’la baş başa kalmaya) büyük önem verdi, masivadan (Allah dışındaki her şeyden) uzaklaşmaya derin istek duydu. Sohbetlerinde, ısrarla insanın melekleri bile geçebilecek potansiyele sahip olduğunu belirtti. İnsanın Allah’tan ayrı düştüğünü, ibadetlerin amacının da bu ayrılığı kaldırmak ve vuslatı gerçekleştirmek olduğunu belirtti. Tüm ibadetler ona göre Allah’a vuslatın araçlarıdır. İnsanın kendi benliğinden sıyrılması gerektiği üzerinde önemle durdu. Ona göre her insanın zaruri olarak bilmesi gereken husus, marifetullahtır. Nefsin terbiye ve tezkiyesinde dünyadan el etek çekmek ve orucun ehemmiyeti üzerinde önemle durdu. Aşkı, saliki hedefine ulaştıran en önemli rehber ve tasavvuf yolunu da bütünüyle aşk yolu olarak değerlendirdi. Onun tasavvuf görüşleri bu şekilde özetlenebilir.
Menakıbu’l-Arifin’de Kayseri’de bir camide imamlık yaptığı nakledilir. Namaz esnasında yaşadığı tasavvufi bazı haller sebebiyle bir süre sonra imamlık görevinden ayrıldı. İslam Halifesi’nin elçisi sıfatıyla Bağdat’tan Anadolu’ya gelen dönemin meşhur şeyhi Şihabüddin Sühreverdi (ö. 632/M 1234) ile görüştü. Sühreverdi, Halife’nin elçisi sıfatıyla Kayseri’ye geldiğinde Vezir Şemseddin İsfahani, dönemin meşhur şeyhinin kendi şeyhiyle görüşmesini çok arzuladı. Vezir aracılığıyla Şihabuddin Sühreverdi ile bir araya geldiler. Ancak sohbet, bilinen iletişim yoluyla gerçekleşmedi. Aktarılan rivayete göre Şihabuddin Sühreverdi, huzura girince bir müddet toprak üzerinde karşılıklı oturdular. Daha sonra musafaha ederek ayrıldılar.
Bu olaydan sonra sevdiği şehirde bir müddet daha yaşadı ve ölüm vakti yaklaşınca yanındaki bağlısından sıcak su hazırlamasını istedi. Suyun ısıtıldığı söylenince, “Şimdi dışarı çık ve kapıyı da sıkıca kapat. Sonra git ve garip Seyyid dünyadan göçtü diye bir sala ver.” dedi. Hizmetçi dışarı çıktı ancak Seyyid Burhaneddin’in ne yapacağını merak ettiğinden ibadethanenin kapısına eğilerek içeriyi izlemeye koyuldu. Gördüklerini şöyle nakletti: “Seyyid Burhaneddin kalktı, hazırladığım sıcak su ile gusül abdesti aldı. Elbisesini giydi. Evin bir köşesinde kıvrıldı ve dudaklarından şu kelimeler döküldü: ‘Gökler temizdir ve feleklerde olanların hepsi temizdir. Temiz ruhlar hazırlanmışlar. Ey bana bir emanet veren hazır ve nazır Allah’ım! Lütfedip gel, bu emanetini benden al.’ Peşinden de Hz. İsmail’in kurban edilmek üzere Hz. İbrahim’in önüne yattığı esnada söylediği,’İnşallah beni sabredenlerden bulursun.’ (Saffat, 37) ayetini ve ardındanda şu şiiri okudu:
‘Ey dost! Beni kabul et ve canımı al.
Beni mest edip her iki dünyadan al
götür. Gönlüm sensiz her ne ile rahat ediyorsa,
İçime bir ateş koy da onu yak!
Böylece canını teslim etti.”
Sahib Şemseddin’e ve ileri gelenlere haber ulaşır ulaşmaz, Kayseri’nin bütün büyük ve küçükleri bir taziye adeti gereği başlarını açtılar. Hafızlar Kur’an okudu, şeyhler zikir yaptı, alimler de üzüntü içinde naaşını defnettiler. Yaklaşık 79 yaşında Hakk’a sefer etti. Defin işlemleri ile bizzat ilgilenen Vezir Sahip Şemseddin, peşinden geniş katılımlı matem törenleri tertip etti. Hatimler indirildi. Adı geçen vezir ona bir türbe yaptırdı. Ancak gördüğü bir rüya üzerine türbenin üzerini kapatmadı. Daha sonra ki asırlarda restorasyon geçiren türbe, Kayseri’de, kendi adı ile anılan mezarlık içindedir.
Ölümünün üzerinden kırk gün geçtikten sonra Sahip Şemseddin, bu ölümü Mevlana’ya bir mektupla bildirdi. Yakın müritleriyle birlikte Kayseri’ye gelen Mevlana, mürşidinin kabrini ziyaretten sonra yeniden bir matem töreni (urs) tertip ettirdi. Bütün kitapları Mevlana ve yanındakilere takdim edildi. Bunların içinden istediklerini aldılar. Hatıra olmak üzere birkaç risaleyi de Sahib Şemseddin’e bırakarak Kayseri’den Konya’ya döndüler.
Hakkında bilgi veren en eski kaynaklar, Mevlana’nın oğlu Sultan Veled’in ibtidaname adlı mesnevisi, Sipebsalar’ın Risale’si ve Mevlana’nın torunu Çelebi Arifin müridi olan Ahmed Eflaki Dede‘nin Menakıbu’l-Arifin adlı eserleri ve ayrıca kendi sohbet ve sözlerinden derlenmiş olan Maarif adlı kitabıdır. Ha yatıyla ilgili bilgilere Mevlevi kaynakla rında Mevlana ile ilişkisi bakımından değinilir. Bu yüzden hayatının Mevlana ve ailesinden uzaktaki dönemi hakkında pek fazla bilgi yoktur.
Eseri
Maarif: Sözleri, sohbetleri ve müritleriyle diyaloglarının yer aldığı bir eserdir. Eser, sohbetlerini dinleyen bağlıları tarafından tutulan notların bir araya getirilip ona sunulması ile meydana gelmiştir. Aynı zamanda Makalat (sohbetler) diye isimlendirilmesi bu yüzdendir. Eserde ibadetlerin tasavvufi anlamları, ayet ve hadislerin tefsir ve tevilleri, tasavvufi kavramların ve seyr ü sülukun incelikleri kısa fakat mana bakımından zengin, özlü cümlelerle ifade edilmiştir.
Çeşitli kütüphanelerde yazma nüshaları mevcut olan Maarif, İranlı bilgin merhum Prof. Dr. Bediüzzaman Fürüzanfer tarafından Konya Mevlana Müzesi 2118 numarada kayıtlı eldeki en eski tarihli nüsha (H 5 Muharrem 687 tarihli) esas alınmak suretiyle diğer nüshalardaki farklılıklar da gösterilerek 1961 yılında İran’da bastırıldı (1340/1961). Daha sonraki yıllarda Maarifin iki farklı nüshası ortaya çıktı. Bu iki nüsha, Fürüzanfer’in esas aldığı nüshadan daha sonraki döneme aittir: Birincisi Derviş Cezbi Mevlevi tarafından 1597 Şubatında (H 1005 Receb) istinsah edilen ve şu an F. N. Uzluk Kütüphanesinde bulunan 256 varaklık başka bir el yazmasında Baha Veled’e ait Maarif in iki versiyonunu, Bahaeddin Veled’e atfedilen iki kısa incelemeyi ve Burhaneddin’in 13 varaklık Maarifi’ni içermektedir. Burhaneddin’nin Maarifi’ni içeren ikinci yazma ise Konya Mevlana Müzesi 145 numarada kayıtlı olan ve M.1353 tarihli diğer bir el yazması içindedir. Bu nüshalardan haberdar olan ve onları gözden geçirerek Maarifi tekrar yayınlamak isteyen Bediüzzaman Fürüzanfer’in ömrü buna vefa etmedi.
Maarif’le birlikte iki surenin, Muhammed ve Fetih Surelerinin tefsiri de Seyyid Burbaneddin‘e atfen basılmıştır. Ancak bu tefsirlerin meşhur sufi Sülemi’nin (ö. 1021) Arapça tefsiri Hakaikul-Tefsir’i temel alarak oradan iktibaslar olduğu söylenebilir. Fünüzanfer, telif üslubundan müellifin Burhaneddin Muhakkık olduğunu söyleyerek bunları Maarifle birlikte bastırdı.
Maarif Arapça yazılan ayet-i kerimeler, hadis-i şerifler, bazı şiirler ve bazı kısımlar hariç Farsça yazılmıştır. Şiire olan ilgisi nedeniyle, uygunluk arz eden yerler de, başta Hakim Senai, Ferıdüddin Attar ve Mevlana gibi sufi şairlerin şiirleriyle konuyu pekiştirmiştir. Eserde Kur’an-ı Kerim’den bazı ayetlerden, hadis-i şeriflerden ve meşhur mutasavvıfların sözlerinden iktibaslar yapılmıştır. Bediüzzaman Füruzanfer tarafından bastırılan Farsça Maarif, Türkçeye iki kez tercüme edildi. Tercümelerden birisi Abdülbaki Gölpınarlı’ya (1972), diğeri Ali Rıza Karabulut’a (1995) aittir.
Seyyid Burhaneddin Hazretleri’nin Türbe-i Şerifi
Kayseri şehir merkezinde kendi adıyla anılan mezarlığın içerisinde bulunmaktadır. Tarihi ve dini öneme sahip manevi şahsiyetlerin makamlarının onarım veya inşasına büyük önem veren II. Abdülhamid Han, bu doğrultuda Kayseri’de Seyyid Burhaneddin Türbesi’nin inşasını da desteklemiştir. Türbenin giriş kapısı üzerinde yer alan ve Kayseri Mutasarrıfı Mehmed Nazım Paşa tarafından kaleme alınan kitabede inşa tarihi bulunmamakla birlikte Türbenin içerisindeki kalem işi süslemeler orijinal olmayıp restorasyonlar sırasında yapılmıştır.
Başbakanlık Devlet Arşivlerinde yer alan belgelerden, türbenin inşa sürecini takip edebilmekteyiz. Tespit ettiğimiz belgeler içerisinde, en erken tarihlisi 25 Mart 1891 tarihini işaret etmektedir. Ankara Valisi Abidin Paşa tarafından yazılan belgede, Seyyid Burhaneddin’nin, Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin hocası olduğu, birçok kişi tarafından hürmetle ziyaret edildiği ve kabrinin üzerinin açık olduğundan bahisle üzerine bir türbe inşa etmenin gerekliliği anlatılmaktadır.
Türbenin inşasının il müftüsü, ulema ve şehir mühendisinden oluşan bir komisyon tarafından yürütüleceği ve yapım maliyeti için 30.000 kuruş sarf olunacağı belirtilmek suretiyle Mabeyn-i Hümayun’a arz olunmuştur. Bu talep 27 Şubat 1893 yılında da Mabeyn-i Hümayunda görüşülerek Evkaf-ı Hümayun Nezaretine havale edilmiştir. 25 Mart 1891’de başlanan, 1 Kasım 1894’de sona eren Seyyid Burhaneddin Türbesi’nin inşası neredeyse dört yıllık bir süreci kapsamıştır. Seyyid Burhaneddin Türbesi’ manevi öneminin yanı sıra yapıldığı Batılılaşma Dönemi’nin sanat ve mimarlık özelliklerini taşıması bakımından da şehirdeki diğer türbe örneklerinden ayrılan güzel bir eserdir.
Seyyid Burhaneddin’in Türbesi içerisinde kubbe altında, büyükçe silindir şeklinde sandukası bulunmaktadır. Sandukanın başında, son Mevlevî şeyhlerinden, mezarı türbe avlusunda bulunan Kayserili Ahmet Remzi Dede’nin Seyyid hakkında yazmış olduğu, “Ayine-i Seyyid-i Sırdan” başlılıklı manzum methiyesi bulunmaktadır. Türbe girişinin solunda duvar dibindeki, Mevlevî kavuklu mezar taşlı mezarlardan duvar tarafından olanı, Kayseri Mevlevî şeyhi, 1251 yılında (Miladi 1835 yılında) vefat eden Süleyman Türabi (Konya Ereğlisin’de bulunan Aşık Türabi neslinden); onun yanındaki yine Mevlevî şeyhi olan oğlu 1282 yılında vefat eden (Miladi 1865 yılında) Ahmet Remzi Efendi’ye aittir. Ahmet Remzi Efendi’nin oğlu Süleyman Ataullah Efendi’nin mezarı türbe avlusunda olup 1322, Miladi 1904 yılında vefat etmiştir. Süleyman Ataullah Efendi’nin oğlu olan ve yine son Mevlevî şeyhlerinden, büyük şair ve yazar Ahmed Remzi Dede (Akyürek)’nin de mezarı, yukarıda bahsedildiği gibi Türbe bahçesindedir ve o da 1944 senesinde vefat etmiştir.
Kaynak ; Kayseri ve Çevresinde Ziyaret Yerleri , Kayseri Büyükşehir Belediyesi Yayınları
Kayseri Ansiklopedisi , Kayseri Valiliği
Kayseri’nin Manevi Mimarları , Muhsin İlyas Subaşı , Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları
Kayseri İlmiye Tarihinde Meşhur Mutasavvıflar , Ali Rıza Karabulut , Seyyid Burhaneddin Vakfı
Kayseri Uleması , H. Mehmed Zeki Koçer