eskişehir – sivrihisar – kumluyol kabristanı
“Seydi Nureddin” adıyla da anılan Seyyid Nureddin hazretleri , on üçüncü yüzyılda Sivrihisar’da yaşamış bir mutasavvıftır. Hayatı ve kişiliği hakkında kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamaktadır. Nesebinden “şehid-i Kerbela” Hazreti Hüseyin (r.a.) evladından olduğu anlaşılmaktadır. Hacı Bektaş-ı Veli Velayetnamesine göre Karaca Ahmed Sultan‘ın mürşidi ve Polatlı ilçesinin Bacı Köyü’nde türbesi bulunan Fatıma Bacı‘nın babasıdır.
Hacı Bektaş-ı Veli Velôyetnamesi’nde Seyyid Nureddin
Hayatı ve kişiliği hakkında kaynaklarda yeterli bilgiye ulaşılamayan Seyyid Nureddin‘in adı Hacı Bektaş-ı Veli Velayetnamesi’n de zikredilir. Hacı Bektaş-ı Velı Velayetnamesi’nde “Hacı Bektaş-ı Veli Batın Aleminden Rum Erenlerine Selam Virdügidür”başlığı altında şu menkıbe anlatılır:
Nakldür kim ariflerin başkanı Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli -kutlu sırları aziz olsun-Anadolu’ya yaklaşınca mana aleminden Anadolu erenlerine selam verdi. “Allah’ın selamı üzerinize olsun. Anadolu’da olan erenler ve gardaşlar” dedi. O zamanda orada elli yedi bin Anadolu ereni hazır idi. Karaca Ahmed de bu erenlerin gözcüsüydü.
Hazret-i Hünkar’ın selam verdiği Sivri Hisar diyarından Seyyid Nureddin’in kızı ve henüz bekar olan Fatıma Bacı‘ya malum olur. Fatıma Bacı erenler meclisinde erenlerin yemeklerini pişirir di. Karaca Ahmed de Seyyid Nureddin’in müridlerindendi. Fatıma Bacı hemen ayağa kalkıp, Hünkôr varlığından yana yönelip, elini göğsüne koyup, üç kerre “Allah’ın selamı senin de üzerine olsun” diyerek geri yerine oturdu. O mecliste hazır olan erenler Fatıma Bacı’nın selam alıp oturduğunu görünce:
– “Kimin selamını aldın?” diye sordular.
– “Anadolu’ya bir er geldi. Siz erenlere selam verdi. Onun selamını aldık.” dedi. Erenler:
– “Kendisi nerelidir ve nereden geliyor?” dediler. Fatıma Bacı:
– “Horasan diyarındandır amma Beytullah tarafından geliyor.” dedi. Bu kelam üzerine erenler:
– “Şimdi bir tedbir düşünelim ve onun Anadolu’ya girmesine en gel olalım. Zira Anadolu halkının tamamını kendisine muhib eder ve zapt eder. Bize dahi yer kalmaz.” derler. Bu kavil üzere Anadolu erenleri Anadolu sınırını velayet kanatlarıyla arşa kadar kaplarlar. Hazret-i Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli Anadolu sınırına gelince görür ki yolunu bağlamışlar. Mana aleminden velayetle arşın tavanına erişir ve Melekler onu nurdan “kubbe-i elif” ile “Merhaba, safa geldin, ey evlad-ı Resul oğlu” diyerek karşılarlar. Sonra bir gökçe güvercin şeklinde uçup Suluca Karahöyük’te bir taş üzerine konar. Mübarek ayakları o taşa gömülür ve hamura gömülür gibi iz bırakır. Anadolu erenlerinin üzerine bir mertebe azım heybet düşer. Anlarlar ki Anadolu’ya bir er geldi.
– “Şimdi o er Anadolu’ya girdi, yolunu bağlayamadık” derler ve Karaca Ahmed‘e:
– “Sen gözcüsün bir nazar eyle. Bak gelen er kimdir? Anadolu’ya girdimi ve nerededir?” Karaca Ahmed bunun üzerine murakabeye çekilir ve bir saat sonra başını kaldırarak:
– “Anadolu’nun tamamına nazar kıldım, her mahluk çifti çiftiyle. Amma Suluca Karaöyük’ün üzerinde bir gökçe güvercin oturur. O olsa gerek. Ona nazar kıldığımda üzerine heybet düştü. Ondan başkası değildir.” Deyince erenler:
– “Bir kimse olsa da doğan donun giyip onu oturduğu yerde ya kalayıp getirse.”Bu söz üzerine orada bulunan Bayezid-i Bistami’nin ulu halifelerden ve Irak’dan Anadolu’ya gelen Hacı Tuğrul, ayağa kalkarak:
– “Himmet eyleyin, onu oturduğu yerde avlayarak size getireyim” der. Erenler:
– “Kuvvetin artsın” derler. Hacı Tuğrul hemen doğan donunu giyerek uçup gider. Nazar eder ve görür ki Suluca Karaöyük’ün üzerinde bir gökçe güvercin oturur. Pençesini açarak hemen Hazret-i Hünkar’ın üzerine iner. Bunun üzerine Hünkar hemen silkinerek adem donunu giyer. Doğanı yakalar ve sıkar. Doğan donunda olan Hacı Tuğrul’un aklı başından gider. Bir müddet yattıktan sonra aklı başına gelir ve karşısında Hacı Bektaş’ın oturduğunu görür. Hemen doğrularak yerine geçer:
– “Kötülük bizden kerem erenlerden, eksiklik ettik” diyerek özür ve bağışlanmasını diler. Hünkar’ın elini öper ve ayağına kapanır. Başlığını çıkarıp önüne koyar ve geri çekilerek durur. Bunun üzerine Hünkar:
– “Er erin üzerine öyle gelmez. Siz bize zalim donunda geldiniz. Biz size mazlum donunda geldik. Eğer güvercinden daha çok mazlum bir şekil olsaydı o surette gelirdik” diyerek Hacı Tuğrul’un başlığını tekbir edip başına giydirir. Hacı Tuğrul:
– “Sultanım bizim neslimizden ne kadar erkek ve dişi olursa size adağımız olsun” der. Ondan sonra Hazret-i Hünkar şöyle buyurur:
– “Şimdi geldiğin o meclise var. Anadolu erenlerine bizden selam söyle. Buraya gelsinler. Nefeslerini ve yüzlerini görelim. Sende burada ne gördüysen onlara aynen anlat. Bizim nefesimizden onları buraya gelmeye davet et. Onlarla birlikte sende gel.” Dedi.
Hacı Tuğrul “sem’an ve ta’atan” (işittik ve itaat ettik) diyerek ayrılır ve erenlerin huzuruna gelir. Erenler neler oldu diye sorarlar. Hacı Tuğrul başından geçenleri aynen anlatır ve:
– “Siz erenlere selam eyler ve siz erenleri huzuruna davet eyler” deyince, erenler:
– “Ne lazımdır kim biz onun ayağına varalım” diyerek ser-keşlik ederler. Hacı Bektaş’ın davetine icabet etmeyerek herkes makamına gider. Onların bu hali Hazret-i Hünkara malum olur. Oturduğu yerden bir kere üfürür ve cümlesinin çerağı söner. Üç gün üç gece çerağlarını yakamazlar. Bundan sonra Hünkar varlığı mübarek parmağıyla işaret eyleyerek Anadolu erenlerinin seccadeleri alt larından kaybolur. Anladılar ki bütün bu olaylar onun davetine icabet etmediklerinden dolayı oluyor. Bunun üzerine erenler toplanarak kendi aralarında meşveret eylerler: “Bu rumuzlar ol erin oyunudur bizi kendileri davet etti, biz muhalefet eyledik, elbette varmak gerekir” diyerek karar verirler ve Hazret-i Hünkar’ın huzuruna gelirler…
Velayetname’deki menkıbenin devamında, Anadolu erenleri Hacı Bektaş-ı Veli’den özür dileyerek, tanışırlar ve sohbet ederler. Erenlerin sorusu üzerine Hacı Bektaş, Türkistan ilinden Horasan’dan geldiğini, evlad-ı Resül neslinden olduğunu, Sultan Hoca Ahmed-i Yesevi’den icazet aldığını söyler ve icazetinin yazılı olduğu yeşil fermanı gösterir. Anadolu erenleri de Hünkar’ın velayetini kabullenip, bağlılıklarını ifade ederler ve her er on müridini Hünkar’ın hizmetine verir. Daha sonra erenler huzurdan ayrılmak için müsaade isterler ve Hazret-i Hünkar erenlerin her birine bir nasıb verir. Karaca Ahmed de Hünkar’a “Sultan Hoca Ahmed-i Yesevi bizim hizmetimize bir div (dev) vermiştir, o zamandan beri bizim hizmetimizdedir, biz dahi onu sana yadigar verelim, hayatın da emrinde hizmetinde olsun. Dünyadan gittikten sonra yine me zarını beklesin” diyerek vedalaşır.
Menkıbede adı geçen Hacı Tuğrul Baba‘nın türbesi, Ankara-Polatlı ilçesi Hacı Tuğrul Köyü yakınında, Fatıma Bacı’nın türbesi Hacı Tuğrul Köyü’nün kuzeydoğusunda bulunan Bacı Köyü’nde, Karaca Ahmed Sultan’ın türbesi ise Ankara-Polatlı ilçesine bağlı Karaca Ahmed Köyü yakınında ve Sakarya nehri kıyısındadır.
Fatıma Bacı, Seyyid Nureddın hazretlerinin kızıdır. Karaca Ahmed Sultan da Seyyid Nureddın’in mürididir. Bazı kaynaklar da Seydi Nureddin’in kızı Fatıma Nuriye Bacı’nın Karaca Ahmed Sultan ile evlendiği zikredilir. Kaynak olarak da Hacı Bektaş-ı Veli Velayetnamesi gösterilse de mezkur kaynakta Nuriye Bacı’nın adı zikredilmez. Ayrıca Bektaşi geleneğinde Hacı Bektaş-ı Veli’nin Sultan Hoca Ahmed-i Yesevi’nin halifesi olduğu gösterilse de bu görüş tarihen mümkün görülmemektedir. Ahmed Yesevi hazretleri M. 1166 yılında vefat etmiş, Hacı Bektaş-ı Veli ise 1210 yılında doğmuştur.
Seyyid Nureddin Zaviyesi
Seyyid Nureddin, kesin tarihini bilmediğimiz bir zamanda Sivrihisar şehir merkezine gelerek yerleşir ve bir zaviye (tekke/dergah) açar. “Seyda Zaviyesi” adıyla da anılan zaviyesinde sohbetleriyle halkı irşad eder. Dönemin Selçuklu sultanları tarafından da zaviyesinin giderlerini karşılamak için vakıflar tahsis edilir. Sultan II. Selim dönemi evkaf defterindeki vakıf kaydı şöyledir:
“Şehir altında bir pare yerki on mudluk yerdir. Ve Porsuk Viranı’nda iki pare yerki dört mudlukdur. Ve Tutlu da üç pare bağki Seyyidi Nureddin Zaviyesine kadimden vakfdır. Mülk ıssı Mülkeddin’den Şeyh Mustafa tasarruf ider deyu nakl olunmuş an defter-i Kirmasti. Mezkur Şeyh Mustafa müteveffa olub ehladından Şeyh İshak tasarruf ider elinde temekk-i? padişahi yokdur deyu kayd olunmuş der defter-i Köhne. Haliya Şeyh Mustafa mutasarrıfdır elinde padişahımızdan nişan-ı şerif var. El-haletü hazihi zikrolunan vakf yerleri zaviye-i mezbure içün kayd ve hıfz idüb yevmi bir akce ile Mevlana Muhyiddin b. Mustafa zaviyedardır. Elinde padişahımız e’izzeallahu ensare hazretlerinden berat-ı humayun vardır. Hasıl 100 [akce]”
1301/1883-84 ve 1303/1885-86 tarihli vakıf muhasebe defterle rinde Sivrihisar şehir merkezinde bulunan Seydi Nureddin Zôviye si’nin yıllık geliri 60 kuruştur.
Tekke ve zaviyelerin sırlanmasından sonra (1925) zaman için de zaviyesi binası harap olur ve Seyyid Nureddin’in mezarının bulunduğu sahada dönemin belediye başkanı Garaj Park inşaatını başlatır. Rivayetlere göre zaviyenin bulunduğu yerde iş makinaları çalışmaz. Bu durum üzerine bazı kişiler, yetkililere bu alanda Seyyid Nureddin‘in kabri olduğunu ve nakledildikten sonra çalışmaların yapılmasını tavsiye ederler. Bu ikaz üzerine hazretin kabri Sivrihisar Kumluyol Kabristanı’na nakledilir.
Prof. Dr. Hüsrev Subaşı, Seyyid Nureddın’in mezar taşını Hoşkadem Camii’nin kıble duvarında bulmuştur. Hoşkadem Camii’nin güneydoğu köşesinde bulunan kitabe siyah yağlıboya ile boyanmış ve zaman tahribatı dolayisiyle de yazılarda erime olduğu için okunamamıştı
Kaynak ; Eskişehir Bilgeleri , Abdülkerim Erdoğan , Eskişehir Valiliği