Malatya – Darende –
Şeyh Hamîdüddin Aksarâyî adıyla da bilinen Somuncu Baba’nın asıl adı Abdullah olup kaynakların pek çoğunda Kayserili diye gösterilir. 1331 yılında Kayseri ili, Talas ilçesine beş km. uzaklıktaki Akçakaya köyünde dünyaya geldiği kabul edilir. Atalarının Türkistan’dan geldiği rivayet edilen Hamîdüddin Aksarâyî, ilk tasavvufi eğitimini babası Şeyh Şemseddin Musa’nın yanında aldıktan sonra Şam’a giderek zahirî ilimleri öğrenir.
Onun burada Bâyezîdiyye Hankahı’nda uzun yıllar bir şeyhe hizmet ettiği, Bâyezîd-i Bistâmî‘nin ruhaniyetiyle terbiye edildiği ve Üveysî olduğu kaydedilir. Diğer kaynaklarda ise asıl şeyhinin Safeviyye tarikatının pîri Safiyyüddin Erdebîlî’nin torunu Alâeddin Erdebîlî (ö. 832/1429) olduğu vurgulanmaktadır. Bu kaynaklarda, Hamîdüddin’in Dımaşk’ta iken (Şam) iç huzuru bir türlü bulamayıp mürşid aramak için yola çıktığı, Tebriz yakınlarındaki Hoy şehrinde yaşayan Şeyh Alâeddin Erdebîlî’nin yanına gittiği, zikir meclisine katıldığı ve ona intisap edip tasavvuf yolunda büyük ilerlemeler kaydettiği belirtilmektedir. Hamîdüddin Aksarâyî, Erdebil Tekkesi’nde seyrü sülûkünü tamamladıktan ve bir süre inziva hayatı yaşadıktan sonra, şeyhinin emriyle Anadolu’ya dönüp Bursa’ya yerleşir.
Alâeddin Erdebîlî’nin Somuncu Baba‘ya hilâfet verip Anadolu’ya gönderirken yanındakilere, “Diyâr-ı Acem’de emanet olarak bulunan esrâr-ı ilâhiyye onunla birlikte diyâr-ı Rûm’a intikal etti”, dediği rivayet edilir.
Kaynaklarda yer alan ifadelerden Somuncu Baba‘nın Bursa’ya geldiği ilk yıllarda pek ön plana çıkmadığı ve kendini halktan gizlemeyi tercih ettiği anlaşılmaktadır. Bu dönemde onun eşeğiyle ormandan odun getirip bu odunlarla ekmek pişirdiği ve ekmekleri sırtına yüklenerek sokak sokak dolaşıp “somunlar, müminler!” diyerek halka dağıttığı rivayet edilir. Kendisine Ekmekçi Koca veya Somuncu Baba lakabının verilmesi de bundan dolayıdır. Somuncu Baba bu şekilde halk içine karışıp melâmî meşrep bir hayat sürmekte iken Ulucami’nin açılışı sırasında Emîr Sultan tarafından hükümdarla (Yıldırım Bayezid) tanıştırılır. Kaynakların ifadesine göre, hükümdarın damadı olan Emîr Sultan kendisine yapılan hutbe okuma teklifini, “Gavs-ı a’zam şu anda bu şehirdedir, onların mübarek varlığı varken halka nasihat ve hitap etmeyi bize teklif etmek münasip değildir”, diyerek reddetmiş ve bu görevin Somuncu Baba’ya verilmesini tavsiye etmiştir. Bunun üzerine Yıldırım Bayezid cuma namazını kıldırma ve hutbe okuma görevini Somuncu Baba’ya tevcih edince, o da mecburen hutbeye çıkmak zorunda kalır. Namazdan sonra verdiği vaazda Fatiha sûresini yedi farklı şekilde tefsir ederek Molla Fenârî’nin karşılaşmış olduğu bir güçlüğü de hallettiği anlatılır. Somuncu Baba‘nın başta padişah olmak üzere herkesi etkilediği, hatta bu olaydan sonra Molla Fenârî’nin kendisine mürid olduğu rivayet edilir.
Bu olayla birlikte sırrının açığa çıkması, halk ve iktidar nezdinde tanınan bir şahsiyet haline gelmesi, kendisine yönelik ilginin gitgide artması, halkın arasına karışıp sakin bir hayat sürmeyi daha çok tercih eden Somuncu Babayı bunaltır ve çareyi Bursa’dan ayrılmakta bulur. Onun Bursa’dan ayrıldıktan sonra Adana’da Ceyhan Irmağı’nın kenarında bulunan Sîs Kalesi’nin dağ tarafındaki bir köyde Nebî Sûfî adında birinin evine yerleştiği, Hacı Bayrâm-ı Velî’nin buraya gelip kendisini ziyaret ettiği söylenir. Abdülkerim Erdoğan, ‘Manevi Mimarlarıyla Ankara’ isimli eserinde, Hacı Bayram-ı Veli ve Şeyh Hamidüddin Aksarayî’nin ilk tanışması ile ilgili olarak iki görüşün hakim olduğunu kaydeder.
Bunlardan ilkine göre, Hamidüddin Aksarayî Kayseri’de ikamet etmektedir. Halifesi Şeyh Şücaeddin Karamanî’yi Ankara’ya gönderir ve müderris Numan b. Ahmed’i Kayseri’ye davet eder. Davete icabet eden Numan b. Ahmed, Kayseri’ye gelir ve Hamidüddin Aksarayî ile tanışır. Aksarayî zahiri ilim erbabı ile batıni ilim erbabının hallerini gösterir. Bu durumu gören Numan, “ilm-i ledün ehli”ni seçer ve Hamidüddin Aksarayî’ye intisab eder. O gün Kurban Bayramı arefesi olduğu için, şeyhi tarafından “Bayram” mahlası verilir. Bundan sonra Numan b. Ahmed “Bayram” olarak bilinir ve anılır. Bu buluşmanın tarihi kesin olarak belli değildir.
Abdülkerim Erdoğan’ın naklettiği ikinci görüşün kaynağı, Bayramiyye’nin önde gelen şeyhlerinden Pir Aliyy-i Aksarayî’nin muhiblerinden olan Abdurrahman el-Askeri’nin “Mir’a-tü’l-Aşk” isimli eseridir. Buna göre, Sultan Hacı Bayram, Yıldırım Bayezid Han’ın “kapıcıbaşı”sı ve esas ismi de Numan’dır. Timur Han Anadolu’ya gelir, Yıldırım Han’la savaşır, onu mağlup eder ve hapseder. Yıldırım Han’ın ordusu dağılır. Bu olaylar üzerine Sultan Şeyh Hamidüddin el-Aksarayî Bursa’dan göçer, Adana vilayetinde Ceyhun suyunun kenarında, Sis Kalesi’nin yanında bir köye gider. Bu köyde Nebi Sufi diye bilinen bir alemdarın evine misafir olur. Sultan Hacı Bayram ile Sultan Şeyh Hamid daha önceden tanışırlarmış. Hacı Bayram Şeyh Hamid’in Bursa’da bulunan evine ziyaretine gider ama bulamaz. Şeyh Hamid Sultan’ın nerede olduğunu sorar ve “azm-i diyar-ı Arab” (Arap diyarına gittiğini) ettiğini öğrenir. Sultan Hacı Bayram kıyafet değiştirip, “bezirganım” diyerek adamları ile birlikte Bursa’dan ayrılır ve yola düşer. Geçtiği şehirlerde Şeyh Hamid Sultan’ı sora sora, Adana’ya kadar gelir. Burada tanıdığı birisinden Sultan Şeyh Hamid’in kaldığı yeri öğrenir. Hizmetkarları ile birlikte köye varır ve köylülere Nebi Sufi’nin evini sorar. Köylüler:
-“Ne eyleyeceksin onunla” derler.
-“Ona misafir olacağım” der. Köylüler ise:
-“O fakir bir kimsedir, evinde huzur bulamazsın, burada kal” dedilerse de Sultan Hacı Bayram iltifatlara itibar etmez ve Nebi Sufi’nin evine gider. Şeyh Hamid, Sultan ile görüşür. Hal hatır sorulduktan sonra Şeyh Hamid ile Sultan Hacı Bayram arasında şu konuşma geçer:
– “Buraya gelme sebebiniz nedir? Bursa’da durum nasıl?”
– “Yıldırım Han vefat etti, sultanımıza malumdur.”
– “O zaman bizden muradın nedir?”
– “Sultanıma (size) hizmet etmeye geldim.”
– “Siz bizim yanımıza sığmazsınız. Şayet geri dönmek isterseniz himmet edelim.”
– “Muradım sizsiniz, başka da muradım yoktur.”
“Muradım sensin ey dilir seni eyler gönül ezber
Seni bulan dahi n’eyler cihanda ağ u karayı”
– “Sen bu kadar süslü elbiselerinle bu fetret döneminde bizimle halin nice olur, buna tedarik gerekir.”
– “Emir senindir, rıza senindir.”
– “Bu yiğitler neyindir?”
– “Bazıları kulumdur, bazıları da nökerimdir.”
– “Adana’ya git, bunların ihtiyaçlarını tedarik et ve geri gönder. Sonra da derviş elbisesi giyerek buraya geri dön.” Sultan Hacı Bayram emir üzerine Adana’ya gider, kullarını azad eder, nökerlerinin belgelerini verir, onlarla helalleşir. Üzerindeki elbiseleri satar, “türkane” elbiseler alır, yaya olarak akşamdan önce Şeyh Hamid Sultan’ın bulunduğu köye döner. Şeyh Hamid:
– “Adını tebdil edelim.”
– “Rıza sizindir” diye cevap verir Sultan Hacı Bayram. Meğer Kurban Bayramı’na iki üç gün kalmış. Onun için Hac Bayramı da yakın olduğu için “Hacı Bayram” ismini koyarlar. O zamandan beri de bu isimle meşhurdur. Adana’dan Şam’a Sultan Şeyh Hamid, Sultan Hacı Bayram ile beraber gider. Şam’da kalmayıp Hicaz’a giderler. Timur Han Şam’a geldiği zaman, onlar Kabe’de olurlar. Timur Han Şam’da fazla kalmaz. Timur Han: “Kutb bu şehirdedir, belki de Kabe’dedir. Kutb’un olduğu vilayet alınmaz, bize çok hürmet etdiler” diyerek Şam’dan ayrılır. Sultan Şeyh Hamid, hac vazifesini tamamlayınca Adana’ya gelirler, Nebi Sufi’yi de yanına alarak Aksaray’a dönerler. Sultan Hacı Bayram bir yıl Sultan Şeyh Hamid ile birlikte Aksaray’da kalır. Bir yıl sonra Hacı Bayram’a izin verir ve Ankara’ya gönderir. Hacı Bayram:
– “Sultanım, ne işle uğraşayım, sanat bilmem” deyince:
– “Ekin ek.”
– “Ne ekelim?”
– “Burçak ek” buyururlar. Hacı Bayram Ankara’ya varır, burçak ekerler. O tohumu şimdi dahi ekerler.”
Hacı Bayram-ı Velî Hazretleri bu görüşe göre 1406 yıllarında Ankara’ya döner. Diğer görüşe göre Şeyhi Hamidüddin Aksarayî Hazretlerinin 1412 yılında vefatına kadar yanında kalır.
Nebî Sûfî’nin evinde bir süre kaldıktan sonra önce Dımaşk’a giden, buradan Mekke’ye geçerek haccını eda eden Somuncu Baba hac dönüşü tekrar Sîs’e gelir. Yanına Nebî Sûfî’yi de alarak Aksaray’a gidip yerleşir. Kaynaklarda yer alan ifadelerden, ömrünün geri kalan kısmını bu şehirde müridlerinin eğitimiyle meşgul olarak geçirdiği anlaşılmaktadır. “Hâmid-i Aksarâyî Hazretleri, 1412 (H.815) senesinde, bir gün dostları ve talebeleriyle helâlleşti. İki rekat namaz kıldıktan sonra, uzun uzun duâ etti. Sonra Kelime-i şehâdet getirerek vefât etti. Cenâze namazını Hâcı Bayram-ı Velî kıldırdı. Geriye iki erkek çocuk bırakarak, bugünkü türbesinin olduğu yere defnedildi. Türbesi Aksaray kabristanının ortalarındadır.”
Malatya’daki Kabri
Onun Aksaray’da vefat edip orada defnedildiği söylense de, sonraki dönemlerde yapılan bazı çalışmalarda Somuncu Baba‘nın asıl kabrinin Malatya’nın Darende ilçesinde bulunduğu konusunda farklı bazı görüşler öne sürülmüştür. Buna göre Somuncu Baba adı geçen ilçenin Hıdırlık adı verilen bölgesinde oğlu Halil Taybî ile birlikte gömülüdür. Bu görüşün kaynağı olarak Somuncu Baba’nın soyundan geldiği söylenen Osman Hulusi Ateş’in aile arşivindeki bazı belgelerle geç dönemlere ait bazı arşiv belgeleri gösterilmektedir. Bu belgelere göre, Somuncu Baba ismiyle bilinen Şeyh Hamid-i Veli, Kayseri Akçakaya’da 1331’de dünyaya gelir. Daha sonra müridi Hacı bayram-ı Veli ile Şam’a giderek bir süre orada kalmış ve sonra oğlu Halil Taybi ile birlikte Darende’ye yerleşmiştir. Burada 1412 yılında ölmüş ve kendi adını taşıyan cami ve zaviyenin yanındaki türbesine gömülmüştür.
Şeyh Hamid-i Veli (Somuncu Baba) Zaviyesi Hıdırlık Zaviye Mahallesi’nde, Tohma Çayı yanındaki kayalık alanın bitiminde bulunmaktadır. Zaviye, çeşitli dönemlerde yapılan eklerle ilk yapılışından kısmen uzaklaşmış olsa bile günümüze iyi bir durumda gelmiştir. Giriş kapısı üzerinde 1640 yılında yenilendiğini gösteren bir kitabe bulunmaktadır. İlk yapılışında yalnızca zaviye olan bu yapı, zamanla camiye dönüştürülmüş, sonra da yanına türbe yapılmıştır.
Zaviyenin giriş kapısı üzerinde 1596 tarihli onarım kitabesi bulunmaktadır. Yapı topluluğu 1990–2000 yılları arasında Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı tarafından aslına uygun olarak restore edilmiştir.
Zaviye geniş bir avlunun ortasındadır. Dış avluya kemerli bir kapıdan girilmektedir. Buradan daha büyük ikinci bir kapı ile ikinci bir bahçeye geçilmektedir. Bu kısma yakın tarihlerde bir de büyük havuz eklenmiştir. Avlunun sağında türbe ile minare arasında iki katlı medrese hücreleri yapılmıştır. Medrese hücreleri L planlı olup doğu cephesinin üst katı yıkılmıştır. Medreseye bitişik olan cami kısmının son cemaat yeri aynı zamanda türbe ile zaviyenin kütüphanesine geçişi sağlamaktadır. Cami kısmı kareye yakın dikdörtgen planlı olup üzeri tromplu yedigen kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbenin üzeri yedigen piramidal bir çatı ile örtülmüştür. İbadet mekânı kubbe kasnağındaki yedi küçük pencere ile doğu, batı yönünde birer, kıble tarafında üst örtüde açılan diğer bir pencere ile aydınlatılmıştır.
Somuncu Baba türbesi kesme taş ve moloz taştan yapılmıştır. Kare planlı türbenin üzeri kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Türbenin içerisi kasnaktaki pencerelerle aydınlatılmıştır. Türbede Şeyh Hamid-i Veli ile oğlu Halil Tayyibi gömülüdür. Her ikisinin de sandukaları ceviz işlemelidir. Ceviz sandukanın üzerinde kubbe bulunmaktadır. Ayrıca türbenin önünde Şeyh Hamid-i Veli’nin müritlerinin mezarları vardır. İsmail Palakoğlu yazısında cami haziresi hakkında şu bilgileri verir. Burada 21 kabir mevcut olup ilk defnedilenin Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerinin talebelerinden olan Şeyh Bedreddin Efendi olduğu bilinir. Daha sonra ahfaddan olanlar defnedilmiştir. Ayrıca ahfaddan olmayan iki ya da üç kişi defnedilmiş olup bunlardan biri müderris Müftü Mahmud Efendi’dir. İsmi tespit edilemeyen kabirlerin üzerine ‘kitabesi okunamadı’ kaydı düşülmüştür. Ahfaddan olanların bazıları ise şunlardır. Karabaş Hüseyin Efendi, Şeyh Hasan Efendi, Şeyh Süleyman Efendi, Seyyid Ahmed-i Veli, Muhyiddin Paşa b. Ahmed-i Veli, sadat-ı kiramdan Hatip Hasan Efendi, sadat-ı kiramdan Ahmet Nuri Efendi, sadat-ı kiramdan Es-Seyyid Osman Hulusi Efendi.
Caminin ana mekânının yanına inşa edilen ilave camiden başka Darende-Somuncu Baba Tanıtım Merkezi, Şeyh Hamidi-i Veli Kütüphanesi gibi birimler vardır.
Kaynak ; Malatya Evliyaları , Abdülhalim Durma