Çanakkale – Gelibolu
Sükuti Dede, evliyadan Muhammediye sahibi Yazıcızade Muhammed Efendi’nin hemşehrisidir, yani Geliboluludur. Gelibolu Mevlevîhanesinde Burhaneddin Efendi’nin şeyh bulunduğu zamanda soyunmuş (derviş tabiri ile Mevlevi olmuş), orada çile çıkardıktan sonra İstanbul’a gelmiş, evvela Kasımpaşa Mevlevîhanesinde hücrenişin olmuş ve oradan Kuledibi Mevlevîhanesine nakleylemiş.
Sahib-i zaman bir zat olmakla tanınmıştır. Münzevî bir hayat sürmezdi, daima gezer, her Mevlevîhanenin gününde mukabelede hazır bulunur, hatta sufî dergahlarına da gidermiş.
Sükuti Dede, alayişe ehemmiyet vermediği gibi kıyafetine de itina eylemediği için bir gün sofî dergahlarından birinde Dede’yi yemekde Şeyh sofrasına davet etmezler. Aldırmaz, ikinci planda kalır. Yemekten sonra zikir başlayacak,
Şeyh:
— Fa’lem ennehü…
Der, arkası gelmez… Nakîbine işaret eder. O da başlar, fakat bir türlü zikri açamaz. Şeyh uyanık bir zat imiş, bunda bir sebep arar. Sükuti Dede’nin bir kenarda beklediğim görür, derhal anlar, ona doğru gider:
— Dedem, affedersin… Seni saff-ı nial (ikinci saf da) bıraktık. i’tizar ederim.
Sükuti Dede:
—Biz Mevlana fıkarasıyız. Bizim için saff-ı nial yoktur. Bütün canlarla beraberiz, fakat…
Başındaki Mevlevi külahını işaret ederek:
— …….başımızda Fahri Mevlana var, bize değil on ahürmet etmeli.
— Müsaade ediyorsunuz değil mi?
— Hay hay… Buyuran açın.
Sükuti Dede’nin dudağında sigara daima yapışık bir halde bulunur. O bitince hemen tabakadan bir yenisini sarar, yine dudağına yapıştırırmış. Aynı zamanda nargile içer, enfiye de kullanırmış. Dergahlar kapandıktan sonra Gelibolu’ya gitmiş ve orada Hakka yürümüştür.
İyi ahlaklı, daima hayırlı bir dosttur. Akıl kemal bulunca boş sözler zeval bulur. Ahmağa karşı susmak, ona cevap vermektir Ahmağın kalbi ağzında, akıllının lisanı kalbindedir. Sükut eden hiçbir vakit pişman olmamıştır.
Kaynak ; İstanbul Evliyaları ve Fetih Şehidleri – Şevket Gürel , İstanbul’daki Tarihi Türbe ve Mescidleri İmar Vakfı , 1988